Bugün sabah, herhangi bir sabahtan farksız başlamıştı. Her zaman olduğu gibi giyindim, sabah kahvaltımı ettim, çantamı hazırladım ve servisime yetişmek için bir hışımla evden fırladım. Daha sonrasında okula vardığımda derslerimi işledim, sınavıma girdim. Gayet normal bir sabah değil mi? Zaten her şey ben okuldan çıkıp eve yürümeye başladığımda başıma geldi.
Okuldan her gün geçtiğim yol o gün sanki farklı görünüyordu. Belki de sınavlar yüzünden iyice kafayı yemiştim, kim bilir. Yolda yürürken karşıma bir defter çıktı. Sıradan, kahverengi bir defterdi işte. Ancak nedenini anlamadığım bir şekilde içimden bir ses defteri açıp içine bakmamı söylüyordu. Defteri elime aldım, sayfaları çevirmeye başladım. Defterde hiçbir yazı yoktu, bomboştu. Defteri muhtemelen bir öğrenci yürürken düşürmüştür diye düşündüm. Belki aramaya gelir diye almakta istemedim. En iyisi küçük bir not bırakayım da bir ihtimal gelip te alırsa, hatıra kalır diye düşündüm. Önümdeki kaldırıma oturup okul çantamdan kalem kutumu çıkardım. Defterin ilk sayfasını açtım. Sayfaya bir papatya çizerken, çok güzel ve rahatlatıcı bir şekilde rüzgar esmeye başladı. Anı kaçırmaktan korkarak hızla gözlerimi kapatıp rüzgarın tenimle temasını hissettim. Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Önümde bir papatya duruyordu. Deftere çizdiğimle birebir aynıydı. Olan biteni anlamam uzun sürmedi. Zeki bir çocuktum ben zaten. Hemen başka bir sayfa açtım ve ona bir taş çizdim. Önüme kocaman bir taş düştü, az daha eziyordu beni. Beynim olanlara mantıklı bir açıklama üretemiyordu. Bir sayfa daha çevirip ona 100 lira çizdim. Ne olduğunu zaten tahmin ediyorsunuzdur, önüme 100 lira düştü. Bu bir mucize ya da Allah’tan bir hediye falan olmalıydı. Başka bir açıklaması olamazdı bunun. Bu yaşadıklarımı ablamla ve annemle paylaşmak için eve koşmaya başladım. Eve vardığımda annem daha işten dönmemişti ama ablam odasında arkadaşı ile konuşuyordu, her zamanki gibi, o yüzden onun yanına gidip başıma geleni anlattım. İnanmadı ve ona şaka yaptığımı sandı. Defteri elime alıp ona göstereceğimi söyledim. Bir boş sayfa açtım ve üzerine 2 tane kalem çizdim. Çizgileri daha tamamlamıştım ki ablamın yüzündeki o alaycı ifade bir anda dondu. Önümüze deftere çizdiğimin aynısı iki kalem düştü.
Bunlar yaşanırken girişin oradan annemin sesi yankılandı. “Çocuklar ben geldim, neredesiniz?” Ablamla odadan çıkıp annemin yanına gittik, yaşadıklarımızı anlattık. Annem de ona şaka yaptığımızı düşünmüş olmalı ki hayal gücünüzü hiç kaybetmeyin diye bizi geçiştirip mutfağa doğru yürümeye başladı. Defteri anneme doğrultup ona bir gül çizmeye başladım. Kalemi defterden çektiğim an önümüze bir adet gül düşüverdi. Annem önündeki havucu kesmeyi bırakıp önce bize sonra güle sonra yine bize baktı. Bunun bir mucize olduğunu ve çok dikkatli kullanmamız gerektiğini söyledi. Ancak tam o anda fark ettim ki ben her çizim yaptığımda, o sayfa tuhaf bir şekilde tamamen yok oluyordu. Ne kadar sayfam kalmış diye bakacakken son bir yaprak kaldığını gördüm. Anneme söylediğimde “Bunu saklamamız gerekiyor, gerçekten ihtiyacımız olduğunda kullanalım.” dedi. Defteri aldı ve çekmeceye koydu. Sonra bize halamızın geleceğini, yanında da Feyza’yı (2 yaşındaki kuzenimizi) getireceğini söyledi. Aradan 30 dakika geçtikten sonra geldiler. Ben Feyza ile mutfakta boyama yaparken odama bir şey almak için kalktım. Geri geldiğimde masada garip bir mor taş olduğunu fark ettim. Sonra fark ettim ki Feyza ben yokken defteri bulup son sayfasına mor kalemiyle bir yuvarlak çizmiş…
