Günümüz gençleri tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar kolay iletişim kurabildikleri bir dünyada yaşıyor gibi görünse de, geçmiş nesillerde hiç bu denli yükseğine rastlanmamış bir yalnızlık hissiyle yaşıyorlar. Bu ironik durumun temel sebebinin tartışma konusu olmasıyla beraber, genç neslin hayatının bir gerçeği olduğu da reddedilemez.
Gün geçtikçe ivmelenerek artan yalnızlığın bir çok sebebi olduğu araştırmacılar tarafından öne sürülse de bu durumu en çok tetikleyen etkenin sosyal medya kullanımının yaygınlaşması ve beraberinde getirdikleri olduğu konusunda neredeyse herkes hemfikirdir.
Sosyal medya platformları her ne kadar dünyanın bambaşka uçlarını bağlasa da, yüzyüze etkileşimleri ciddi oranda azaltır. Dolayısıyla, gerçekten derin ve destekleyici bir bağ kurma fırsatını gençlerin elinden alır. Bu durum çoğunlukla sosyal mecralarda iletişim kurarak büyümüş insanların gerçek dünyayla tanıştıkları zaman mimik ve yüz hareketleri okumak ve yorumlamak gibi iletişim becerilerinden yoksun olmasına yol açabilir. İletişimde gereken başarıyı ve empatiyi yakalayamayan insanlar da yalnızlığa sürüklenmeye yatkın hale gelir.
Instagram, Twitter veya Snapchat gibi popüler sosyal mecralar özellikle gençler üzerinde sürekli bir karşılaştırma kültürü yaratır. İnsanlar internette baktıkları her köşede yaşıtları veya daha küçük bireyler tarafından yalnızca en mükemmel parçaları cımbızlanarak önlerine sunulan “mükemmel” hayatları izliyor. İstemsizce bu karşılaştırma batağına düşenlerin yetersizlik, başarısızlık ve yalnızlık duyguları güçleniyor. Böylece yalnızlık yangınına körükle gidilmiş oluyor.
Sosyal medyada bastığınız her bir tuş diğer insanlar tarafından yargıya tamamen açık halde sergileniyor. Şu güne kadar beğendiğiniz her gönderi, yaptığınız her yorum, paylaştığınız her şey toplum yargısı önünde çırılçıplak bekliyor. Bu, insanları internetteki her hareketlerini “Diğerleri ne der?” sorusuyla birlikte yapmalarına yol açıyor. Hayatlarının her anı bir tiyatroda dinlenmelerine fırsat tanınmadan sergilendiğinde insanlar bu devamlı performans baskısı altında adeta ufalanıyor. Sonuç olarak yalnızca bozulmuş bir psikoloji ve yerle bir olmuş bir yaşam sevgisi ile bırakılıyorlar.
Öte yandan ilk ortaya çıktığında sanki bir dinlenme veya kafa dağıtma aracı olarak lanse edilen sosyal medya aslında tam tersine sebep oluyor. Birkaç dakika hayatın yoğunluğundan kaçmak isteyen insanlarda anlık yüksek dopamin salgısına yol açarak beyin kimyasıyla oynayan bu platformların bütün bu olumsuz sonuçları doğurması yetmezmiş gibi bir de kullanıcıları bu döngüye bağımlı hale getiriyor.
Modern dünyanın sunduğu bu “bağlantı tuzağı”, genç neslin yalnızca sosyal becerilerini değil, aynı zamanda temel psikolojik iyilik hâlini de tehdit etmektedir. Sosyal medya, başlangıçta topluluk kurma vaadiyle ortaya çıksa da, getirdiği performans baskısı, sürekli karşılaştırma kültürü ve dopamin odaklı bağımlılık döngüsüyle, bireyleri sanal bir hapishaneye kilitlemiştir. Bu ironik yalnızlık döngüsünü kırmak için gerçek hayatın karmaşık, mükemmellikten uzak ve filtresiz ilişkilerine geri dönmek adına toplumsal bir bilinçlenme yegane çözüm olacaktır.

