Tamirci Çırağı

Her sabah olduğu gibi alarmın rahatsız edici sesiyle gözlerimi açtım. Her ne kadar sıcacık yatağımı bırakmak istemesem de sabahın soğuğunu geç kalınca işiteceğim azara tercih ettim ve kalkıp mutfağıma doğruldum. Aklımdan kahvaltıda bugün ne yesem diye geçirdim, bu soruya bir cevap bulamadan buzdolabının kapağını açtım karar vermeme yardımcı olsun diye. Soğan, domates, biber ve yumurtayı görünce yıllardır severek yediğim menemeni yapmaya karar verdim. Saatin altı olduğunu görünce yemek yemekten vazgeçtim ve kahvenin beni akşama kadar tutacağına karar verdim.

Ucu ucuna yetiştiğim otobüsün manzarasının değerini keşke bilseydim diye düşündüm metronun içinde. Dışarıya baktığımda gördüğüm hiç değişmeyen karanlıktan kurtaran ses geldi en nihayetinde “Gelecek durak Organize Sanayi Bölgesi, kapılar sağdan açılacaktır”.  Yarım saat de yürüdükten sonra dükkanı açmak için ustamın geciktiğini fark ettim. Hava yeni aydınlanmaya başlamıştı, yan dükkandaki kaynak makinesinin sesi ve kuşların koro halinde cıvıldamasına o kadar alışmıştım ki duymuyordum bile. Paspasın altındaki anahtarla açtım kapıyı, burası tek kattan oluşan küçük, şirin bir araba tamirhanesiydi. Etrafın tozunu aldıktan sonra çay demledim ve her ne kadar soğuk olsa da dışarıya çıkardım hep içerde duran plastik masa ve sandalyeyi. Çayımı aldım ve huzurla doğum günümde annemin hediye ettiği “Tamirci Çırağı” kitabını okumaya başladım. Yaklaşık bir saat sonra ustam geldi. O da benim yanım oturdu, beraber bir müşterinin gelmesini bekledik. Uzun bir bekleyişin ardından son model bir araba geldi. Arabadan inen kadını gördüğüm gibi aşık oldum, elimde bile değildi bu. Dalgalı saçları, ojeli tırnaklarıyla bir meleğe benziyordu.

Ustam üç kere seslendikten sonra kadının büyüsünden kurtulabildim anca. Tulumlarını giy diyordu bana, hemen gidip giyindim. Arabayı var gücümle tamir ettim, daha ismini bile öğrenemediğim kadına bu kapıyı açıp buyurun prensesim demek umuduyla. Gece geç saatte eve döndüm, heyecandan uyuyamadım bütün gece, sabah alarmdan da önce kalktım. Saçlarımı özenle taradım, babamdan kalan ve sadece özel günlerde sıktığım parfümümü sıktım, en iyi halimde olmam gerekiyordu bugün. Tamirhaneye vardım bir asır gibi geçen yolculuğun ardından. Heyecanlıydım, bir o kadar umutlu. Ustam geldiğinde “Bugün tulumlarımı giymesem olur mu” diye sordum, ne olduğunu anladı ustam, izin verdi. Sonunda beklediğim o an geldi, koştum, kapıyı açtım, bir an göz göze geldik, bir asır boyunca böyle kalabilirmişim gibi hissettim. Çattı hilal kaşlarını, dedi “Bu serseri kim?”. Arabaya binip arkasında bir egzoz dumana bırakarak uzaklaştı.

Koştum, saniyelerle yarışıyordum, bir mucize gerçekleşse dediğim o anda. O mucize gerçekleşmedi. Ustam yaklaştı, elinde gözümdeki yaşları silmem için bir mendil ve giymem için tulumlarım… Sırtıma vurdu birkaç kez, “İşçisin sen, işçi kal be oğlum! Giy hadi tulumları.” dedi kulağıma yaklaşarak. Ağır ağır doğruldum. Tulumlarımı giymeye giderken duvarda gördüğüm posterdeki iri şapkalı, koca bıyıklı ve koca yürekli adam; “karaca” gözleriyle halimi anlarmışçasına bana gülümsüyordu.

(Visited 22 times, 1 visits today)