Bireysel özgürlüklerin insanlara sınırsız bir şekilde tanınması ile toplumsal sorumlulukların öncelikli tutulması bizim toplumumuz da dahil olmak üzere bir çok toplumun tartışma konusu olmuş iki önemli kavramdır.
Ülkemizde, bireyin her koşulda özgür olması gerektiğini ve bu durumun insanın doğuştan gelen temel bir hakkı olduğunu savunan insanlar ile bireyden birtakım beklentileri olan bir toplum içinde yaşandığını ve bu beklentilerin kişinin özgürlüğünden vazgeçmesi pahasına karşılanması gerektiğini savunan insanlar sıkça karşı karşıya gelmiştir. İki tarafın da oldukça uç şeyler savundukları söylenebilir.
Toplumumuzda sıkça karşılaştığımız “elalem ne der” düşüncesi ve toplumsal beklentiler, bireysel özgürlükler üzerinde çok önemli bir baskı faktörü haline gelerek bireyin kendi istek ve değerleri doğrultusunda hareket etme özgürlüğünü kısıtlar. Giydiği kıyafetten seçtiği mesleğe, yaşam tarzından ifade ettiği düşüncelere kadar birçok ayrımda yargılanan birey, toplumun onayını almak amacıyla kendini bastırmak zorunda kalır. Bu, kişinin özgürlüklerinin ihlalidir.
Bu durum bireyin kendini gerçekleştirmesini engellediği gibi psikolojik baskıya ve özgüven kaybına kadar sürükler. Oysa etik açıdan bakıldığında, bireyin kendi kimliğini özgürce ifade edebilmesi temel bir haktır. Toplumun, bireyleri kalıplara sokmak yerine çeşitliliğe saygı göstermesi, hem bireyin hem de toplumun sağlıklı gelişimi açısından gereklidir. Bu nedenle, “elalem ne der” algısının sorgulanması ve bireysel farklılıkların kabul edilmesi, özgürlük ve sorumluluk dengesinin sağlanmasında önemli bir adımdır.
Her bireyin özgür olması temel bir insan hakkıdır; düşünce, ifade ve yaşam tarzı özgürlükleri bireyin kendini gerçekleştirmesi için gereklidir. Fakat gözden kaçmamalıdır ki bu özgürlük, bir başkasının özgürlüğüne girinceye kadar doğrudur ve özgürlüktür. Bu, işin çokça unutulan fakat en hassas noktasıdır. Özgürlüklerin sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceği konusu, toplumsal yaşamın sürdürülebilirliği açısından kritik öneme sahiptir.
Bireysel özgürlüklerin sınırsızca tanınması, ilk bakışta ideal bir durum gibi görünse de, bu durum başka bireylerin haklarını ihlal edebilecek sonuçlar doğurabilir. Örneğin, bir kimsenin yüksek sesle müzik dinleme özgürlüğü, bir başkası bu sesten rahatsız oluncaya kadardır. Yani eğlenme amacıyla yapılan masum bir eylem bir başkasının dinlenme özgürlüğünü elinden alabilir. Bu tür durumlarda, özgürlüğün sınırsızlığı değil, özgürlüklerin bir arada yaşanabilirliği esas alınmalıdır.
Özgürlüklerin bir arada yaşanabilmesi ancak toplumsal sorumluluk ile optimize edilebilir. Toplum içinde yaşayan birey yalnızca haklara değil, aynı zamanda özgürlüklere de saygı duymalı, sorumluluklara sahip olduğunun bilincinde olmalıdır. Diğer bireylerin haklarına saygı göstermek, ortak yaşam alanlarını korumak, yardımlaşmak gibi sorumluluklar, toplumun huzurlu ve etik bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için elzemdir.

