Toplumsal Zincirler mi, Bireysel Sorumluluk mu?

Felsefe tarihinin iki büyük düşünürü olan Jean-Jacques Rousseau ve Friedrich Nietzsche’nin özgürlük anlayışları farklı bakış açılarını temsil eder. Her ikisinin de kendine göre haklı olduğu noktalar bulunmaktadır fakat hangi düşüncenin daha baskın olması özgürlüğün hangi yönüne odaklandığımıza bağlıdır.

Rousseau’nun “İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur” sözü, insanın doğuştan gelen özgürlüğüne vurgu yapar ve bu özgürlüğün toplum tarafından kısıtlandığını dile getirir. Ona göre insan, doğal halinde iken sınırsız bir özgürlüğe sahiptir. Ancak uygar topluma geçişle birlikte sahip olduğu bu doğal özgürlük kaybolur ve beraberinde toplum kuralları, yasaları ve özellikle de hiyerarşileri  getirerek kişilerin özgürlüğünü kısıtlar. Rousseau’nun bireyin sahip olduğu özgürlüğün nasıl da gözler önünde nasıl kısıtlandığını hatta hiçe sayıldığını, bizlere gösteren bu eleştirisel sözüyle kastettiği tam da budur. İnsan, toplumsal hayatın getirdiği bu sınırlamalar ve eşitsizlikler yüzünden adeta köleleşmiştir. Bu sözün bizlere kattığı bakış açısı ile toplumsal düzenin bireylere karşı olan adaletsizliği ve baskısı göz önüne serilir.

Nietzsche’nin “Özgürlük, insanın kendine karşı sorumluluk alabilmesidir” ifadesi ise özgürlüğün kişinin kendi seçimiyle gelen bir şey olduğu yönünde düşünür. Ona göre asıl özgürlük, toplumsal kısıtlamaların yokluğundan ziyade bireyin kendi değerlerini yaratması, kendi hayatının sorumluluğunu üstlenmesi, karşısına çıkan zorluklarla yüzleşmesi ve olabilecek tüm sonuçlara karşı hazırlıklı olmasıdır. Nietzsche, toplumun çoğunluğunun dayattığı kurallara ve ahlaka uymayı bir çeşit tembellik ve kölelik olarak görür. Kısacası, gerçekten özgür olmak, bireyin kendi olabilmesi ve kendi hayatını şekillendirmesi demektir.

Kendi fikrimi belirtmem gerekirse, her iki düşünce de özgürlüğün farklı yönlerini aydınlattığı için değerli olsa da, Nietzsche’nin bakış açısı günümüz insanı için daha dönüştürücü ve güçlendiricidir. Rousseau, toplumsal zincirlerin varlığını haklı olarak tespit eder, ancak bu zincirlerin büyük bir kısmının aynı zamanda toplumsal düzenin ve güvenliğin de kaynağı olduğunu göz ardı eder. Bir toplumda yaşamak, kaçınılmaz olarak bazı sınırlamaları beraberinde getirir. Nietzsche ise, bu toplumsal sınırlamaların varlığını kabul etse bile, bireyin içsel özgürlüğünü ve iradesini ön plana çıkarır. Dışsal koşullar ne olursa olsun, bir bireyin kendi hayatına anlam katma, seçimlerinin sonuçlarını üstlenme ve kendi değerlerini oluşturma yeteneği, en temel ve vazgeçilmez özgürlüktür.

Kısacası, Rousseau bize toplumun bize ne yaptığını gösterirken, Nietzsche bize bizim kendimiz için ne yapabileceğimizi söyler. Gerçek özgürleşme, dışsal zincirleri kırmanın yanı sıra, sorumluluk alarak içsel zincirlerden kurtulmayı da gerektirir. Bu nedenle, sorumluluk almayı özgürlüğün bir koşulu olarak gören Nietzsche’nin felsefesi, bireyi eyleme geçirmeye ve daha özgün bir varoluş inşa etmeye teşvik etmesi açısından daha haklı bir zemine sahiptir.

(Visited 4 times, 1 visits today)