Toprağın Bereketi mi, Yeraltının Hazinesi mi?

Toprağın Bereketi mi, Yeraltının Hazinesi mi?

Bir ülkenin sahip olduğu doğal kaynaklar, onun ekonomik, sosyal ve çevresel kalkınmasında büyük bir rol oynar. Ancak bu kaynaklardan hangisinin daha değerli olduğu, sadece miktarlarıyla değil, aynı zamanda uzun vadede sağladıkları katkılarla da değerlendirilmelidir. Ülkemizin geleceği adına bir seçim yapmam gerekse, tarım arazisi bakımından zengin olmasını, maden rezervi cenneti olmasına tercih ederdim. Çünkü toprağın bereketi, sadece bugünü değil, gelecek nesilleri de ayakta tutacak güçtedir.

Tarım, insanlık tarihinin en köklü geçim kaynaklarından biridir. İnsanların yerleşik hayata geçmesiyle başlayan bu serüven, bugün hâlâ geçerliliğini ve önemini korumaktadır. Tarımsal üretim, sadece karın doyurmakla kalmaz; ekonomik büyümeyi destekler, ihracata katkı sağlar ve kırsal kesimlerde istihdam yaratır. Türkiye gibi dört mevsimin yaşandığı, farklı iklim bölgelerine sahip, su kaynakları ve verimli ovaları olan bir ülkede tarım, doğal bir avantajdır. Bu avantajı doğru politikalarla desteklemek, ülkeyi dışa bağımlılıktan kurtarabilir.

Maden rezervleri ise çoğu zaman hızlı ekonomik kazançların kapısını aralar. Demir, altın, kömür, bor gibi değerli madenler, sanayi ve teknoloji sektörleri için kritik önemdedir. Ancak madencilik faaliyetleri çoğu zaman doğaya zarar verir. Ormanlar kesilir, sular kirlenir, toprak bozulur. Üstelik madenler tükenebilir kaynaklardır; bir kez çıkarıldığında yerine yenisi konamaz. Ayrıca bu sektör, işçi sağlığı ve güvenliği açısından da yüksek risk taşır. Zonguldak gibi şehirlerimizde yaşanan maden kazaları hâlâ hafızalardadır.

Buna karşın tarım, sürdürülebilir şekilde yapıldığında doğayla barış içinde gelişebilir. Toprak sürekli ürün verebilir; yeter ki doğru sulama, gübreleme ve ekim teknikleri uygulansın. Tarım aynı zamanda kültürel bir mirastır. Anadolu topraklarında binlerce yıldır yapılan bu faaliyet, halk oyunlarından mutfağa, geleneklerden festivallere kadar birçok alanda iz bırakmıştır. Bu mirası yaşatmak, sadece bir ekonomik tercih değil, kültürel bir sorumluluktur.

Üstelik tarım, göçün önlenmesinde de önemli bir rol oynar. Kırsal kesimlerde üretimin desteklenmesi, gençlerin köylerini terk etmesini engeller, şehirlerdeki yoğunluğu azaltır. Yerel üretimle beslenen bir ülke, ekonomik krizlere karşı daha dirençlidir. Dışarıdan gelen ithal ürünlere bağlı kalmak yerine kendi kendine yetebilen bir toplum olmak, gerçek bağımsızlıktır.

Sonuç olarak, yerin altındaki madenlerden elde edilen zenginlikler geçici olabilir. Ancak yerin üstünde, güneşin altında filizlenen ürünler; yaşamı besler, toplumu güçlendirir ve geleceği garanti altına alır. Bu yüzden tercihim, her zaman bereketli topraklardan yana olur.

(Visited 16 times, 1 visits today)