Yağmur, kasabanın toprak yollarını çamura çevirmişti. Gökyüzü günlerdir griydi; sanki güneş bir daha doğmayacak gibiydi. Elif, elindeki eski şemsiyeyle yavaşça yürüyordu. Üzerinde annesinin ördüğü yıpranmış bir hırka, gözlerinde ise bitmeyen bir yorgunluk vardı. Babasının ölümünden sonra her şey sessizleşmişti. Ev, sokak, kalbi… Hepsi aynı sessizliğe gömülmüştü.
Küçük bahçelerinden geriye birkaç kuru dal kalmıştı. Bir zamanlar çiçeklerle dolu olan toprak, şimdi kupkuruydu. Elif, her sabah o bahçeye çıkar, dizlerinin üstüne çöker ve toprağı elleriyle yoklardı. “Bir gün yine çiçek açacak,” derdi kendi kendine, ama gün geçtikçe bu cümle inancını yitiriyordu.
Bir sabah, okuldan dönerken yaşlı bir kadınla karşılaştı. Kadının elinde küçük bir saksı vardı; içinde minicik bir filiz yükseliyordu. Kadın gülümsedi.
— Gözlerinde yağmur bulutları var evladım, dedi. Belki de biraz güneş gerek sana.
Elif anlamamıştı. Kadın saksıyı ona uzattı.
— Bu fideyi al. Her gün biraz su ver, biraz da sevgi. Bak bakalım ne olacak.
Elif önce tereddüt etti. “Ben bitkileri yaşatamıyorum,” dedi utangaç bir sesle. Kadın sadece başını salladı:
— Bazen bir şeyi yaşatmak için önce kendini iyileştirmen gerekir.
O gece Elif, fideyi penceresinin önüne koydu. Yağmur dışarıda hızla yağıyordu ama içeriye huzurlu bir sessizlik dolmuştu. Küçük filize su verdi, ellerini ısıttı, uzun süre izledi. Ertesi sabah, sanki minik yapraklar biraz daha uzamış gibiydi.
Günler geçtikçe Elif’in içindeki karanlık da dağılmaya başladı. Okula daha erken gitmeye, arkadaşlarıyla konuşmaya, annesine yardım etmeye başladı. Bahçeye de geri döndü. O eski kuru dalları temizledi, toprağı havalandırdı. Elindeki küçük fideden aldığı cesaretle yeni tohumlar ekti.
Bir gün sabah erkenden dışarı çıktı. Güneş, uzun bir aradan sonra ilk kez bu kadar parlak doğuyordu. Bahçede, küçük sarı çiçekler boy göstermeye başlamıştı. Elif onları görünce gözleri doldu. Gülümseyerek fısıldadı:
— Umudu yeniden yeşeriyordu.
O andan sonra her şey değişti. Bahçesi yeniden renklenirken, Elif’in içi de aynı renklere büründü. Artık her sabah uyanmak için bir nedeni vardı. Babasının eksikliğini hâlâ hissediyordu ama onun sözlerini hatırladı: “Toprak susarsa, biz konuşuruz. Toprak konuşursa, biz dinleriz.”
Elif artık dinlemeyi öğrenmişti. Her yeni filiz, ona yeniden başlamanın mümkün olduğunu söylüyordu. Her çiçek, bir acının sonunu değil, bir umudun başlangıcını müjdeliyordu.
O küçük fide büyüyüp kocaman bir çiçeğe dönüştüğünde, Elif aynaya baktı. Gözlerindeki yorgunluk gitmişti. Artık sadece bir şey görüyordu: Yaşamın kendisini.
Ve o an bir kez daha fısıldadı:
— Umudu yeniden yeşeriyordu.
