Umut Tohumları

Güneş, tozla kaplı perdenin arasından süzülerek küçük odanın rutubetli havasına dokunuyordu. Ahşap masanın üzerinde açık duran eski defterin sararmış sayfalarına düşen ışık, unutulmuş bir hatıranın sessiz tanığı gibiydi. Elif, sandalyede sessizce oturmuş, pencereden dışarıdaki hayatın telaşını izliyordu. Köşedeki saat, tik tak sesleriyle zamanın acımasız akışını usulca hatırlatıyordu. Dışarıda çocuklar bağırıyor, satıcılar mallarını övüyor, arabalar koralarıyla caddeyi inletiyordu. Ama Elif için dünya, kalın bir gri perdenin ardından izlenen uzak bir film sahnesi gibiydi.

Son altı ay, onun için bir ömür kadar uzun geçmişti. Babasının zamansız gidişi, ailenin omuzlarına sessiz ama ağır bir yük bırakmıştı. Küçük dükkanın borçları, annesinin geceleri sessizce dökülen gözyaşları ve kardeşi Can’ın yarım kalmış hayalleri… Hepsi Elif’in içinde derin bir boşluk yaratmıştı. Oysa babası, hayat dolu, neşeli bir adamdı. Her zaman, “Elif, karanlık ne kadar yoğun olursa olsun, yıldızlar parlamaya devam eder” derdi. Bu sözler şimdi kulağında yankılanıyor ama artık teselli olmaktan çok uzak bir hatıraya dönüşüyordu.

Defteri eline aldı. Babasının daktilosuyla yazdığı yarım kalmış maceralar ve şiirlerle doluydu. Sayfalar, yılların ve dokunuşların izlerini taşıyordu. Gözleri, babasının altını çizdiği bir satırda takılı kaldı: “Fırtına dindiğinde, deniz daha mavi olur.”

Elif defteri usulca kapatıp ayağa kalktı. Odanın köşesindeki eski ahşap kutuya yöneldi. Kutunun içinden babasının aletleri çıktı: paslanmış bir pense, kırık bir metre, birkaç vida… Ve aralarında, üzerinde babasının el yazısıyla “Umut Tohumları” yazan küçük bir paket. Babasının son dileklerinden biri, bu tohumları dükkanın önündeki araziye ekmekti. “Bakalım” demişti gülümseyerek, “bu beton şehirde bile hayat yeşerecek mi?”

Günler birbirine karışıyor, her sabah yeni bir zorlukla başlıyordu. Borçlar büyüyor, müşteri azalıyor, umut Elif’in parmaklarının arasından kayıp gidiyordu. Bir akşam dükkanın önünden geçerken gözü o küçük, unutulmuş araziye takıldı. Kurumuş otlar arasında çatlamış toprak sessizce yatıyordu. İçinden bir ses, “Denemelisin” dedi. “En azından babanın hatırası için.”

Ertesi sabah gün ağarmadan kalktı. Su kovasını ve tohum paketini alıp dışarı çıktı. Toprağı kazmaya başladı. Ellerine çamur bulaştı, tırnaklarının arasına toprak doldu ama o sadece toprağın kokusuna odaklandı. Kazdıkça içindeki karanlık sanki yavaş yavaş çözülüyordu. Babasının o son dileğini yerine getirmek, sanki onunla yeniden konuşmak gibiydi.

Tohumları dikkatlice yerleştirdi, üzerini kapatıp su verdi. Her gün, dükkanı açmadan önce ve kapattıktan sonra o küçük bahçeye uğradı. Suladı, otlarını temizledi, sessizce bekledi. Bazen içinden, “Boşuna uğraşıyorum” diye geçirdi. “Bu taş zeminde ne büyüyebilir ki?” Ama babasının sesi kulaklarında yankılanıyordu: “Sabır, Elif’im… Sabır.”

Üç hafta sonra bir sabah, dükkanın kapısını açarken gözü toprağa ilişti, Kurumuş otların arasında iki küçük yeşil filiz belirivermişti. Güneşe doğru ürkek ama kararlı bir şekilde uzanıyorlardı. Elif bir an donakaldı. O filizler yalnızca birer bitki değildi; babasının sözlerinin, umudun, yeniden başlamanın ta kendisiydi.

Gözleri doldu ama bu kez acıdan değil… İçinde uzun süredir uyuyan bir sıcaklık kıpırdanıyordu. Aylardır üzerine çöken gri sis sanki yavaş yavaş dağılıyor, umudu yeniden yeşeriyordu. Evet, borçlar hala oradaydı. Evet, hayat hala zordu. Ama o iki küçük filiz, Elif’e bir gerçeği hatırlatmıştı: En sert beton bile, yaşamın yeşermesine engel olamazdı.

Elif derin bir nefes aldı. Kardeşi Can’ın yarım kalmış hayali, annesinin yitirdiği gülümseme… Bunları geri getirmek için savaşmaya değerdi. Dükkanın kapısını açtı. Sabah ışığı içeri dolarken, raflardaki tozlar bile parıldıyordu.

Tezgahın arkasına geçti, babasının defterini açtı ve o şiirin altına kendi cümlesini yazdı: “Fırtınadan sonra, sadece deniz değil, insan da maviye döner.

(Visited 9 times, 1 visits today)