​Uyanık Kalmalısın

özlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Odamın tavanı yerine, üzerimde parıldayan yıldızlarla dolu mor bir gökyüzü vardı. Çimenlerin üzerinde, taştan bir çeşmenin yanında yatıyordum. Hızla ayağa kalktım. Etrafımda ıssız, eski taş evlerden oluşan küçük bir köy uzanıyordu. Havada tuhaf bir koku ve uzaktan gelen boğuk bir su sesi vardı.

Birden en yakın evin kararmış penceresinde zayıf bir ışık yandı. Buğulu camın ardında, kederli yüzlü genç bir kızın silüeti belirdi. Kız, cama titrek bir hareketle iki kelime yazdı: “Uyanık kal.” Işık aniden sönünce sırtımdan aşağı soğuk bir ürperti yayıldı. Su sesini takip ederek köyden ayrıldım. Yol, mor gökyüzünü yansıtan bir göle bakan yüksek bir uçuruma çıktı. Gölün ortasında neredeyse şeffaf bir figür duruyordu. Yaklaştığımda bunun su üzerinde yüzen kendi yatağım ve içinde huzursuzca kıpırdayan bedenim olduğunu fark ettim.

O an anladım: Hâlâ uyuyordum. Köy bir rüyaydı.

Gerçek bedenime doğru bir adım attığımda yüksek sesli bir çalar saatin tiz cıvıltısı yankılandı. Gözlerimi bir kez daha açtım ve bu kez gerçekten odamın tavanını gördüm. Telefonumun ekranında, o gece kurmadığım bir alarm yanıp sönüyordu.

Alarmın adı: “Uyanık kal.”

(Visited 4 times, 1 visits today)