YALNIZ DEĞİLİM

Gece yarısının o alışıldık, ağır sessizliği sokağın üstüne çökmüştü. Dışarıdan gelen sesle irkildim. Pencereye doğru koştum.  Perdeyi aralayıp dışarı baktığımda, sokak lambasının sarı ışığı altında hiçbir hareket göremedim. Sadece rüzgârın kaldırımlarda sürüklediği kuru yapraklar vardı. Yine de içimdeki huzursuzluk geçmedi. Son zamanlarda bu evde tuhaf şeyler olduğuna yemin edebilirdim; ama kimse bana inanmazdı, buna emindim.

Pencereden uzaklaşıp oturduğum koltuğa döndüm. Kitabımı aldım ama kelimeler artık zihnime uğramıyordu. Şüphe, görünmez bir parmak gibi sayfaların arasından boynumu dürtüyor, “bak, yine bir şey oluyor” diyordu. Bu eski evi, dedemden miras kaldığı için aceleyle taşınmıştım. Şehrin gürültüsünden uzak, sessiz, sakin bir kasaba… En azından öyle sanmıştım.

Bir süre sonra tıkırtılar yeniden duyuldu. Bu kez daha keskin, daha yakın… Sanki biri kapının önünde bir şey sürüklüyordu. Kalbim hızla atmaya başladı. Ayağa kalktım. Derin bir nefes aldım ama nefesim bile titriyordu. Koridora doğru yavaşça ilerledim. Her adımda tahtalar inledi, sanki ben yürümüyordum da ev benimle konuşuyordu.

Kapının önünde durup kulağımı tahtaya yasladım. Ses kesilmişti. Bir şey duymuyordum. Ama sessizlik de bazen bir çığlık kadar rahatsız edici olabiliyordu. Sonunda cesaretimi topladım, kapıyı açtım. Dışarısı soğuktu, rüzgâr yüzüme vurdu. Merdivenin başında küçük bir gölge dikkatimi çekti. Önce bir hayvan sandım. Yaklaştığımda gölgenin aslında bir kutu olduğunu fark ettim.

Kutu paslanmış bir telle bağlanmıştı. Üzerinde ne bir isim, ne de bir not vardı. Bir an tereddüt ettim. Sonra eğilip kutuyu aldım. Hafifti. Sanki içinde hiçbir şey yoktu. Eve girip kapıyı kilitledim. Kutuyu mutfak masasına koyduğumda, kalbimde beliren huzursuzluk büyümeye başladı. Telleri çözmek için makası elime aldım. Tam teli kestim ki kutunun içinden hafif bir tıkırtı geldi. Elimi geri çektim. Boş sandığım kutu şimdi yaşıyor gibiydi.

Cesaretimi toplayıp kutunun kapağını açtım. İçeride eski bir cep saati vardı. Gümüşü çoktan kararmış, zinciri kırılmış… Ama asıl ilginç olan, kapağı açıldığında saatin kendi kendine çalışıyor olmasıydı. Tıkır tıkır işliyor, fakat akrep ve yelkovan ilerlemiyordu. Bir noktada takılı kalmış gibiydiler.

Saati elime aldığım anda evin tüm ışıkları bir anlığına gidip geldi. Kalbim boğazımda çarpıyordu. Birden saatin arka kapağı kendiliğinden açıldı ve içinden küçük bir kâğıt parçası düştü. Üzerinde tek bir cümle vardı:

“Zamanın bittiğinde yine bu sesi duyacaksın.”

Tam o anda, aynı tıkırtı yeniden duyuldu. Bu kez çok daha yakın, neredeyse yanı başımdaydı.

Başımı kaldırdım.

Evde yalnız olmadığımı fark etmem, sadece bir saniyemi aldı…

(Visited 2 times, 1 visits today)