Çoğu dergide veya gazetede yılın sonlarına doğru bazı başlıklar görmeye başlarız: yılın rengi, yılın şehri, yılın sporcusu, yılın insanı… Bir de yılın kelimesi. En derin anlamı taşıyan genelde bu olur çünkü seçmenler özenle o yıldaki evrensel durumları kapsayan bir kelime seçimi yapar. Örneğin 2020-2021 yıllarında kelimeler “Vax”, “Korona” ve “Karantina” idi. Bu kelimler o yılları çok iyi özetliyor. Bu sene ise Oxford yılın kelimesini “Brain Rot” yani “Beyin Çürümesi” seçti. Bu sosyal medyada özellikle yabancı cephelerde kullanılan çocukların saçma içeriklere olan bağımlılığını kavrayan bir kelime. Batı medyasında çok popular olduğu için yılın kelimesine çok güzel bir aday olsa da Türk Dil Kurumu, bu yıla daha edebi ama daha da anlamlı bakmış. Yılın kelimesini “Kalabalık Yalnızlık” seçen kurum, görenleri sorgulamaya ve durumun ne kadar yaygın olduğunun farkına varmaya davet ediyor.
Bu kelime ilk bakışta çok anlamsız gelse de bana göre çok derin bir anlam taşıyor. Hatta bu anlamlar farklı şekilde yorumlanabilir:
- İnternet Bağlantılı İzolasyon
Daha 1993’te internetin Türkiye’ye geldiğini düşünürsek bugün geldiğimiz yerle o gün arasında dağlar kadar fark var. Koca bilgisayarlardan cebinize sığan telefonlara bu kadar kısa sürede ulaşmak gurur verdiği kadar korkutucu. Zira bir iki yıl önce çoğu insanın sadece bilim kurgu filmlerinde duyduğu yapay zekâ artık yediden yetmişe kullanılıyor. Tabii ki bu teknolojinin kötü olduğu veya durdurulması gerektirildiğini göstermiyor, ama görünen o ki bir çeşit kontrol sağlamalıyız.
Bu yılın kelimesine dönecek olursak, aslında takvimimizi 2019 yılına götürmemiz lazım. Korona zamanları çok zordu evet ama bence hala o zamanın tüm dünyada bıraktığı etkiyi anlamış veya keşfetmiş değiliz. İnanın inanmayın karantina her insanın hayat yapısın değiştirdi. Basit bir örnek verecek olursak çoğu insan zaman algısının değiştiğini hatta kaybolduğunu söylüyor. Bu dönemde değişen tek şey bu değildi. Evlerinde kalan insanlar temel ihtiyaçlarından biri olan sosyalleşme ve etkileşime muhtaç kaldılar. Fiziksel olarak görüşmeleri imkansızdı, o zaman seçenek gözlerinin önünde parladı: sosyal medya. Dünya çağında kullanıcıların sayısı katlanarak arttı, haberler artık sosyal medyada ne konuşuluyorsa onu sunmaya başladı; insanların telefonuma bakayım, sosyal medyamla oynayayım derken gecesi gündüzüne karıştı. İşte tam burada gülünç ama bir o kadar da gerçek bir paradoksla karşılaşıyoruz: izolasyon.
Bu bağımlılığı ve çılgınlığı başlatan ilk şey neydi? Etkileşim ihtiyacı. Peki odalarında tüm gün cihazlarıyla uğraşıp evlerindeki diğer bireylerle bile iletişim kurmayan insan varlığı izole olmadı mı? Sosyalleşme ihtiyacını karşıladığını düşünen varlık sınırı aştıktan sonra ters tepmeye başladı. Dijital ağını oluşturan insan fiziksel ağından koptu. En korkuncu ise ruhunun bile duymamasıydı. Çünkü ona göre o hala insanlarla etkileşiyor sadece mutlak durumdan dolayı bunu dijital ortamda yapıyordu. Bu bilinçsizliğe kapılan herkes, ki bu çoğu insanı kapsıyor, dijital etkileşime olan açlığını kendini toplumdan izole ederek karşıladı. Fakat alışkanlıklar bir dövme gibi yapışıyor insana, çok zahmetli ve zordur silmesi. Kendinin bu durumda farkına varamayan insandan ise bir alışkanlığına karlı koymasını beklemek zor olacağından durumun devamının geldiğini siz de anlamışsınızdır.
Sokağa çıkın ve bir grup insanı izleyin veya daha basiti kendi arkadaş grubunuzu gözünüz önüne getirin. Bulutunuz, oturdunuz, üç beş kelam ettiniz, sonra? Sonra herkes cebindeki makineyi teker teker çıkartıp dopamin tuzağında kayboldu değil mi? Bir sokaktan yürüdüğünüzde aynı masada telefonla sadece oturmuş insan sayısını saymak imkansızken yüz üze etkileşimi sağlayan, keyfini bağımsızca çıkartabilen kişi sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Yanlış anlamayın, herkesin sosyal medyayı kullanmayı bırakması modern altyapının çökmesi demek. Ama önemli olan ve bizim hep kaybettiğimiz şey denge.
- Yaygın Meslek: Yargıçlık
Size çok acı bir kelime eki söyleyeceğim: “-cı/-ci”. Son yıllarda herkesin birbirini bir tanımlayası, ayırası var. Bunun nedeni de aslında çok basit bir duygu: güvenlik. Ama yanlış ve hepimiz yaptığı bir hata ile sağlıyoruz kendimizce bunu.
Varsayın ki arkadaşınız doğum günü partisine gittiniz. Arkadaşınız sizden başka arkadaş gruplarını da çağırıp kocaman bir parti düzenlemiş. Siz de tek başınıza olduğunuzdan iki içeceğinizi yudumlayıp diğer insanlarla tanışmaya karar verdiniz. Koltuğun birinde oturan bir adama gözünüz takıldı. Adam somurtmuş telefonu burnunda sinirli sinirli bir şeylere bakıyordu. Dediniz “Kardeş madem telefonuna bakacaksın niye geldin ki?”. Bilmiyordunuz ki adam aslında sizin en sevdiğiniz futbol takımının maç kaybetmesine sinirlenmiş. Belki bir sohbet etseniz ahbap olacaktınız. Kafanızı çeviriyorsunuz, bir kız var. Durup durup gülüyor, kahkahası yankılanıyor kızın. Diyorsunuz ki “Ya bu da kafa ama biraz sakinleşse şu!” Kız aslında komik de espriler yapıyor ama siz dinleyene kadar. Derken dışardan bir kendinize bakmıyorsunuz siz etrafınızı yargılamaktan bir kişinin adını bile öğrenememişsiniz.
Bu çok ekstrem bir senaryo fakat insanları yargılamamızın ne kadar normalleştirildiğini kanıtlıyor. Bu yargılamanın farkında olan insanlar karşı tarafın onları kabul etmemesi veya daha kötüsü onlarla alay etmesi riskini almak istemeyerek sosyalleşmeyi tercih etmiyor. Yargılayan taraf ise hiç kimseyi beğenmediği için bir süre sonra etrafında insan bırakmıyor. Bu da insanlar arasındaki etkileşimi kısıtlıyor ve sosyal ilişkileri baltalıyor. Artık günümüzde maalesef herkesle arkadaş olunamayacağı kesin; ilgi alanınız uyuşmayabilir, sohbetleriniz ilginizi çekmeyebilir veya birbirinizi kötü yollara sürükleyebilirsiniz onun için gördüğünüz herkesle arkadaş olun demiyorum. Ama önyargı perdenizi aralamadığınız sürece içeri güneş ışığının girmesini bekleyemezsiniz.
- Sessizliğinin Çığlığı
Hadi birini buldunuz, oturdunuz konuşuyorsunuz. Telefonunuz, tabletiniz de yok bu sefer deniz kenarında çökmüş bakıyorsunuz öyle birbirinize. Havayı, suyu, ülkeyi konuştunuz, tak bitti. Öyle bir kasıyorsunuz ki kendinizi sohbet konusu bulmak için patlayacaksınız yani. Sonra “Ay telefonumu şezlongda unuttum galiba bir alayım.” deyip topuğu basıyorsunuz. Sonra nerde arkadaş, kimse beni anlamıyor.
Etrafımdaki insanlara da bir bakıyorum, sohbet konumuz beşi geçmiyor. Kim ne kadar konuşkan olursa olsun çok çok yakın olmadığınız insanlarla hep bir sağa sola bakma isteği geliyor insana. Bunun birçok nedeni var; bazen karşı taraf anlamaz, dinlemez, konuştuğu konu sizin ilginizi çekmez, konuşma tarzı hoşunuza gitmez. Ama size neden konulamadığımızı söyleyeyim mi? Dinlemiyoruz çünkü. Duymadan, dinlemeden, dikkat etmeden; cevap verebilir, soru sorabilir, konun devamını getirebilir misiniz? Tabii ki hayır. Çünkü eğer bunu yaparsanız bu bir monolog olur. Sohbetler diyaloglardır genelde. Çift taraflıdır ve çift taraflı olunması için dinlemek en önemli sırdır.
Biri ile konulurken dinlendiğini hisseden insan karşısındakine güvenmeye başlar. Bu sefer o da onu dinler ve konuşma bir anlam kazanır. Çünkü artık sadece cevap vermek için değil, anlamak ve anlatmak için konuşursunuz. İşte bağ kurmanın ilk adımlarını da böyle atabilirsiniz.
Daha birçok nedeni olan “kalabalık yalnızlık” üzücü bir şekilde yeni “trend” oldu. Hepimize düşen nedenleri anlamak, kendimizin neyi yanlış yaptığını ölçüp biçmek, sonra da tabii ki harekete geçmek. Bir sonraki biriyle sohbetinizde aklınızın bir köşesinde bu kelimeye olan yorumunuz dursun. Kim bilir belki yeni sohbet konunuz bu olur. Kalabalık yalnızlığın sadece bir insana mahsus değil tüm dünyanın mahkûm olduğu bu dünyada siz kendi kalabalığınızı sağlam taşlarla, dengeyle ve özenle kurun.

