Yatağına Geri Dön

Kendi nefesimin çatallı hırıltılarıyla uyandım. Soluklarımın ritmi, içimdeki rahatsızlık hissini bastırmama yardım ediyordu. Bir süre göğüsümün sakin iniş çıkışlarını izledim. Nefes alıyordum ama, ciğerlerimi doldurup taşıran hava acı geliyordu bana. Kafamı tavana diktim. Yıllardır orada olduğuna neredeyse emin olduğum büyük bir lamba, birkaç koyu leke ve oldukça sinir bozucu bir yangın alarmından başka bir şey yoktu. Yaptıran kişi pek de zevkli birine benzemiyordu.

Başımın ortasında durmadan bağıran bir ağrı vardı. Hızla yayılan, geçtiği yeri yakıp kavuran bir ateşten pek de farklı değildi. Gözlerimin ardında bir kalp atışını andırıyordu bana. Yavaşça kendimi dirseklerimin üstüne doğrultarak iki parmağımla kaşlarımın arasındaki bölgeyi sıktım. Elimi usulca şakak bölgeme doğru kaydırdım. Neden bilmesem de orada biraz kan ve belki de açık bir yara olacağına kendimi inandırmıştım. Hissedebildiğim tek şeyin bir tutam saç olması beni şaşırttı. Elimi başımdan çektim. Üzerinde yattığım çarşaflardan soluk bir deterjan kokusu yükseliyordu. Daha önce bir sürü kez aldığım bu kimyasal koku, burun deliklerimi biraz da olsa rahatlattı.

Nerede olduğumu bilmiyorum.

 

Bu düşünce aklıma yavaşça, neredeyse anlamsız bir kibarlıkla gelmesine karşın, kısa bir süre içinde bütün odayı kaplamıştı. Kafamı çevirdim. Duvardaki geniş pencereye, komidinin üstünde duran ahizeli telefona, birbirinden farklı desenlerle süslü duvar kağıtlarına anlam vermeye çalıştım. Odadaki havalandırmanın soluk mırıldanmaları dışında hiç ses yoktu. Ne içeride, ne dışarıda.

Yattığım yerde doğruldum. İçime huzursuzlukla beraber yerleşen bir tandıklık hissi vardı. Sanki bu anı daha önce yaşamıştım. Belki de bir rüyada… Zeminin soğukluğunu çoraplarımın altında hissettiğimde tüylerim diken diken oldu. Yanımdaki komidinden destek alarak kendimi ayağa kaldırdım. İstemsizce ayaklarımın beni odanın farklı köşelerine götürmesine izin verdim. Dinliyordum. Öyle dikkatli dinliyordum ki ışığın çıkardığı soluk cızırtıların bir ritmi olduğunu fark ettim.

Odadaki tozlu aynanın önüne geldiğimde durdum. Ne kadar uzun süre uyuduğumu bilmiyordum, ama basit bir gece uykusu kadar olmadığı sakallarımın boyundan belliydi. Gözüm kıyafetime ilişti. Benim olduğundan şüphe duyduğum siyah bir ceket vardı üzerimde. Garipsemedim. İnsan, tanımadığı bir odada uyandığında giydiği kıyafetlerin kimin olduğu pek de önemli olmuyordu.

Kısa bir süre sonra dışardan gelen sesle irkildim. Pencereye doğru koştum. İlk duyduğumda bana eski bir kapının yıllardır yağ görmemiş cıvatalarının çıkaracağı gıcırtıyı andıran ses; aslında paslı, demir bir salıncağın zincirlerine aitti. Salıncağın oturağı elbette boş değildi. Hiç tarak değmemiş gibi görünen kızıl bukleleri, hayalet görmüşçesine bütün renkten arınmış soluk teni, kir ve topraktan siyaha boyanmış çıplak ayakları ve zincirlere biraz daha sıkı tutunursa kırılacakmış gibi duran incecik bilekleriyle bu küçük kız; aciz bir yoksulu andırıyordu. Zayıfçacık vücuduna en az üç beden büyük duran beyaz hastane önlüğü ise onu ameliyatına saatler kalmış zavallı bir çocuk gibi gösteriyordu.

Kızın her uzuvunu dikkatle incelediğim sırada irkilmeme sebep olan, bu sefer odanın diğer ucundaki telefonun çıkardığı kulak tırmalayıcı ses oldu. Defalarca farklı telefondan duyduğum bu çalma sesi, nedense bu kez katlanılamayacak kadar rahatsız ediciydi. Kulaklarımdaki çınlamayı bir an önce susturabilmek için telefonun durduğu komidinin başına koştum. Ahizeyi hâla titreyen ellerimle kulağıma götürdüm. Bekledim.

Telefonun öbür ucundaki adamın sesi sertti.

“N’aptın sen?”

Adamın konuşmasındaki suçlayıcı tavır, kafamı karıştırmıştı. Tuttuğumu fark etmediğim derin nefesi yavaşça geri bıraktım.

“A-anlamıyorum… Siz kimsiniz?”

“Stanley, sen ne yaptın?”

İsmimi nereden bildiğini anlamlandıramadığım bu yabancının sesi, gittikçe daha da sertleşiyordu.

“Ben.. hiçbir şey yapmadım!”

Telefonu tutmakta zorlanıyordum, ellerim daha da çok titremeye başlamıştı.

“Neyse, artık çok geç… Şimdi beni iyi dinle.”

Adamın tonu fark edilebilecek şekilde sakinleşmişti. Ben ise dikkatle dinliyordum.

“Sakın camdan dışarıya bakma.”

“Nasıl yani? N-neden?”

“Bakarsam n’olur?”

“Söylesene! Bakarsam ne olur?”

“Stan–”

“Yoksa o kızla mı ilgili?”

“Hangi kız? Bir kız mı gördün?”

Korkumun bedenime yansımasıydı kalp çarpıntılarım. Soğuk terliyor, ağır nefes alıyordum.

“E-evet. Küçük bir kız… O şey–”

“Kızıl mıydı?”

Kanımın donduğunu iliklerimde hissettim.

Uzun süre cevap vermediğimi duyduğunda adam tekrar konuştu.

“Stan, beni çok dikkatli dinle. Hemen tekrar yatağına geri dön… Zaten hiç uyanmaman gerekiyordu…”

Konuşmaya odaklandığım sırada atladığım ufak bir detay vardı.

Dışardan gelen gıcırtılar tamamen kesilmişti.

 

 

 

 

 

 

(Visited 6 times, 1 visits today)