Bu sabah her zamankinden farklıydı. Komşularımın sesi kesilmişti, babam mutfak masasında gazetesini okurken kahvaltısını etmiyordu, annem yürüyüş yapmıyordu. Ne olduğunu daha anlamamıştım. Yatağımdan doğrulup camdan dışarıya baktım. Nasıl açıklarım bilmiyorum ama tabiri caizse gördüğüm sadece kötü bir manzara değil, manzara değildi.
Yandaki parkın yeşilinin, komşumun bahçesinin çiçeklerin, gökyüzündeki maviliğin yerini başka bir renk almıştı. İlk defa bu rengi görüyordum. Sabah yürüyüşü için giyinilen elbiselerin yerini asker yeşili almıştı. Bu renk savaşın rengiydi. 3 günlük Dünya’nın yöneticisi olan din, para ve gösteriş bu insanların da gözünü bürümüştü. Ellerindeki silahlar onları daha zengin, daha muhafazakar ve gösterişli kılıyordu, en azından onlar için. Burada ki amaçları da buydu: zenginlik, din ve gösteriş. Annemin yanına gidip bu insanların kim olduğunu sorduğumda, tam da düşündüklerimi söylemişti.
Peki ya ne olacaktı? Bu insanlar ne zaman zengin, muhafazakar ve gösterişli olacaktı, en azından kabul edeceklerdi? Televizyonu açtığımda kanallar işlevini yitirmişti. Yabancı kanallar ise bunu bir savaş olarak adlandırıyordu; ben ne kadar öyle düşünmesem de… Dışarı çıkmak tabii ki akıl işi değildi. Bu yüzden en azından yakınlarımızın sağlık durumunu öğrenmek için telefonlarımıza sarıldık. Çok mutluyum ki onlar da bizim gibiydi, en azından sadece fiziksel sağlık bakımından. Tek yapabileceğimiz şey pencerenin kenarında oturup ne olup bittiğini görmekti. Olamaz! Bu da ne?
Askerler insanların evlerini basıp dışarı çıkartıyor, toplu bir şekilde kurşuna diziyorlardı. Görmemizle dışarı kaçmamız göz kapayıp açıncaya kadar geçti. Dışarı çıktığımızda herhalde tek renkli bina bizimkisiydi. Her yer bombaların etkisiyle bir enkaza dönmüştü. Saklanabileceğimiz yerlere bakıyorduk. Zar zor bir binanın kazan dairesine sığınmıştık. Girdiğimizde yalnız olmadığımızı fark ettim. Herkes kıpırdamadan oturuyordu. Herkes birbirine sarmaş dolaştı. O gördüğüm samimiyet gözlerimin yeşilini geri getirmişti. Ama yeterli değildi. Ne zaman bitecekti bu katliam.
Öyle ya da böyle. Aylar geçti. Durumumuz günden güne daha vahimleşiyordu. Her gün aramızdan birileri eksiliyordu. Kimisi hastalıktan, kimisi askerlerin o kurşunlarından ölüyordu. Daha ne kadar dayanabilirdik ki. Tabii aylar geçtikçe ortalık biraz daha sakinleşmişti. Öyle dediğime de bakmayın, en azından kurşuna dizmiyorlardı değil mi?
Bu gün ilk defa dışarı çıktım saklandığım yerden. Yağmur yağıyordu, bulutlardan değildi ama. Uçaklar bulut mermiler damlalar olmuştu. Hemen yandaki parka gittim. Yerde milyonlarca mermi kovanı duruyordu. Özlem duyduğum dünyalar tatlısı parktaki çimenlerin yeşili yerine yemyeşil mermi kovanları geçmişti. Bu gün bahar gelmişti ama yağan yağmur biraz garipti, mavi yerine yeşil yağıyordu ve her şey değişti. Ne bir ev kaldı, ne de çocukluğumu geçirebileceğim bir park; ailemi ben de bilmiyordum. 
