BİLGİNİN YOLU

Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Birkaç dakika önce odamın kapısını açmış ve bir anda bayılmıştım. Peki şimdi neredeydim? Ayağa kalkıp etrafıma baktığımda önüme doğru uzanan, sonu görünmeyen bir tünel gördüm. Duvarlarda meşaleler yanıyor, hafif bir uğultu tünelin içini dolduruyordu.

Bir süre yürüdükten sonra kulağıma bir fısıltı geldi. “Herhalde halüsinasyon görüyorum.” diye düşündüm ama ses gitgide belirginleşiyordu. Tam o sırada arkamdaki meşaleler birer birer sönmeye başladı. Panikle koşmaya başladım. Karanlığın içinden ileri doğru fırladım ve sonunda karşıma parlak bir ışık çıktı.

Işığa doğru ilerlediğimde kendimi kapalı bir ormanın içinde buldum. Ağaçlar olağanüstü büyüktü; dallar neredeyse gökyüzüne değiyordu. Etrafta dolaşırken uzakta, sarı montlu bir siluet gördüm. Bana bakıyordu ama yüzünü seçemiyordum. Tedirgin olsam da adımlarımı durdurmadım.

Bir süre daha yürüyüp farklı tünellerin içinden geçtim. Sonunda küçük bir gölete vardım ve tekrar bir mağaranın içindeydim. Önümde onlarca yol vardı. Merakıma yenik düşüp en soldakine girdim… sonra tekrar soldakine… bir daha soldakine…

Ve aniden terk edilmiş bir yer altı köyüne ulaştım.

Köy, sarı ve turuncu tahtalarla yapılmış, yıkık dökük evlerle doluydu. Ortasında devasa bir taç heykeli vardı. Üstüne çıkınca bunun bir gözetleme kulesi olduğunu fark ettim. Uzakta diğerlerinden farklı olan kırmızı bir ev görünüyordu. İçimde bir ses “git” derken, fısıltılar “sakın yaklaşma” diyordu. Ama ben merakımı bastıramadım.

Eve girdiğimde gizli bir kapı buldum. Kapının ardında büyük bir kütüphane vardı. Raflardan birindeki en sol kitabı açtım:

“Eğer bunu görüyorsan hemen uzaklaş. Kaç. Çünkü o burada. Kral burada. Sola dönme. Sakın sola dönme!”

Yazılanlara anlam veremedim ama yine de sola dönmememi söylemesine rağmen merakıma yenilip ilerlemeye devam ettim.

Bir anda gözlerim karardı. Kendime geldiğimde hâlâ köydeydim. “Madem sola dönme diyor… o zaman sola döneceğim.” dedim kendi kendime. Sözde “Sarı Kral”dan korkacak değildim.

Yolun sonunda dev sarı bir kapı buldum. Tam dokunacaktım ki fısıltılar beynimin içinde bir çığlığa dönüştü. Sanki biri bağırıyordu:

“NEDEN BURADASIN?”

Kapı aniden açıldı ve karşıma uzun sarı pelerinli, yüzü görünmeyen bir figür çıktı.

— Benim kim olduğumu merak ediyorsun, insan… dedi tok bir sesle.
— Senden tek istediğim var: Git ve bir daha buraya gelme. Ben geçmişi, geleceği ve şu anı biliyorum. Gerçekler sana ağır gelir.

Ama ben kararlıydım.
— Gitmeyeceğim! dedim. Ne biliyorsan söyle!

Sarı Kral kahkaha attı.

— Sen benim gücüme dayanamazsın. Öğreneceğin her şey acı verir. Ama madem istiyorsun… o zaman gerçekleri gör.

Bir anda zihnimde sayısız görüntü belirdi. Sanki binlerce yıl bir saniyeye sığdı. Gelecek, geçmiş, insanlar, gölgeler, karanlık… Hepsi üstüme çöküyordu.

— YETER! diye bağırdım.
— Lütfen bırak!

Ses yankılandı:

— Ben Sarı Kralım. Burası Bilginin Yolu. Ve buraya kim girerse, öğrendiklerini asla unutamaz…

Bir anda her şey karardı.

Gözlerimi tekrar açtığımda yer altı köyünün girişindeydim. Titriyordum. Sarı Kral’ın sözleri hâlâ kulağımdaydı. Sonra yerde bir kitap buldum. Üzerinde iki isim yazıyordu:

“Avery ve D3RLORD3 için uyarı.”

Kitabı açtım:

“Yollarda sakın sola dönmeyin. Sakın soldaki kitabı açmayın. Sakın Sarı Kral’a yaklaşmayın. Bu son uyarıdır…”

Kitabı kapattım ve derin bir nefes aldım.

Bu uyarıyı iletmek zorundaydım.

(Visited 4 times, 1 visits today)