O gün, karnımdaki açlık hissi uyku hissini bastırdığından zorla ayağa kalktım. Çamurdan ve samandan yapılmış küçük evimden başımı çıkardığımda alışmış olduğum sıcaklık hissiyatı ve güneş ışığı yerine soğukla ve kapkaranlık gökyüzü ile karşılaştım. Karnımın açlığını biraz olsa da giderebilmek ve uykuma geri dönebilmek için dünden kalan bayatlamış ekmeği ağzıma attım. Sonra yatağıma döndüm ve biraz açlığım dinmiş olsun ki tekrar uykuya daldım.
Ben 13 yaşında uzun, bir deri bir kemik, koyu tenli bir erkek çocuğuydum. Üstümde ise solmuş kırmızı bir tişört ve babamdan kalan yırtık bir pantolon vardı. Babamdan bahsedersem… Babamı, önemli bir işi çıktığı günden beri göremiştim. Onu en son 4 yıl önce görmüştüm. Gittiği birkaç ay onu çok özlemiştim ama artık o özleme de alışmıştım. Ayakkabı için ise marketten çaldığım sandaletlerim vardı. Ayağımı pek iyi koruyamasa da iyi iş yapıyordu. 14 kardeşim vardı. Annem bazen isimlerini karıştırıyordu ama ben bunu o kadar da aldırmıyordum. Çünkü ben de en büyük kardeş olarak kardeşlerimin adını hatırlamakta zorlanıyordum. Açlık bazen çok zoruma gidiyordu ama gene de dayanmama yardım eden bir şey vardı, o şey ise sokakta dolaşan, her gün aynı saatlerde kapımın önüne gelen köpekti.
Onla bir gün sokakta gezerken karşılaşmıştım. Yediğim ekmeği onunla paylaşmıştım ve o da beni evime kadar takip etmişti. Annemin kızacağını bildiğim için köpeği kovmuştum ama ertesi gün geri geldi. Bu döngü birkaç gün tekrar etti. Bir süre sonra durumu kabullendim ve köpeğe “Zimmy” adını verdim. Onunla oyunlar oynadım, elimden geldiği kadar besledim, ona elimden geldiğince iyi bakmayı denedim ve ona burda kal, oraya git, getir, götür gibi komutlar öğrettim. Zimmy bir nevi hayattaki yaşama amaçlarımdan biri olmuştu ve onla geçirdim her saniye çok mutluydum.
Yeniden uyandığımda bu sefer her günki gibi sıcak ve parlak idi. Yatağımdan kalkar kalkmaz kendimi dışarı attım ve Zimmy’i gördüm. Gülümsedim, “Naber Zimmy?” diyip her günki gibi onunla biraz oyun oynadım. Ailenin en büyük çocuğu olduğumdan bazu görevlerim vardı. Mesela eve su taşımak gibi. Tek temiz su kaynağı 3 kilometre uzaktaki nehir olduğu için belli aralıklarla oraya gidip, büyük bir leğen ile su getirmem gerekiyordu. Bugün de o günlerden biriydi. Annem bana “Hadi Zako su getirme vaktin geldi” dedi. Ben de hemen hazırlanıp Zimmy’e olduğu yerde kalma komutu verdim ve Zimmy de her zamanki gibi beni beklerkenki olduğu yerini aldı. Ve bununla birlike yola çıktım.
Yolda yürürken çok bitkin olduğumu hissediyordum. Zaten halsiz olmaya alışmıştım ancak bugün bir farklıydı. Herhalde Zimmy ile fazla oynadığımdandır diye düşünüp şimdilik bu bitkinliği görmezden gelmeye çalıştım. Biraz daha yol aldıktan sonra arkamdan bir ses duydum. “Hey çocuk! Dur!”. Dehşete düşmüştüm, bu ayakkabıyı çaldığım dükkanın esnafıydı! Hemen leğeni bir yere fırlatıp koşmaya başladım. Annemin leğeni kaybettiğim için bana çok sinirleneceğini biliyordum ama şuanda duramazdım. Koşuyordum ki ayağıma bir şey takıldı ve yere düştüm. Adamlar beni yakaladığında özür dilerim diye bağırıp affettirmeye çalıştım ama ne desem boşaydı. Adamın “O ayakkabının bedeli bir şekilde ödenmeli çocuk!” dedi. “Param pulum yok amca n’olur affet beni.” dedim. Sonra adam bana içler ürpertici bir bakış attı ve ne olduğunu anlayamadan bir yumruk yedim ve yavaş yavaş etrafım kararmaya başladı. Bilincim geri geldiğinde yerde yatıyordum. Kollarım ve bacaklarımı hareket ettirmeye çalışdım ama gücüm yetmedi. Direnmeyip, biraz dinleneyim diye yatmaya devam etmeye karar verdim. Ama her zamanki gibi acı içinde veya acıkmış bir halde değildim. Gözlerimi yavaş yavaş kapattım. Aç hissetmemem olacaktır ki hızlıca uyuyakaldım.
O sırada, evin önünde, Zimmy kapının önünde yola gözlerini dikmiş
oturuyordu. Saniyeler, dakikalar hatta saatler geçti… Zako geri dönmedi. Zimmy buna rağmen her zamanki sabrıyla beklemeye devam etti. Ancak Zimmy’nin bilmediği bir şey vardı: Zako asla geri dönmeyecekti…
