Biz Yıldız ülkesinin en gözde ailelerinden biriyiz. Bizi gözde yapan annemle babamın bir bilim laboratuvarı olmasıydı. Peki orada ne ile uğraşıyorlardı? Zamanda yolculuk kavramını çözmek üzereydiler. Laboratuvara bazen beni de götürürlerdi tek şartla: Hiçbir şeye dokunmamak. Zaten dokunmayı düşünmüyordum.
Bir gün annemle babam beni yine laboratuvara götürdüklerinde başıma geleceklerden habersizdim. Onlar çalışırken ben gözümü telefonumun ekranından ayıramıyordum. Büyülenmiş gibi ekrana kilitlenmiştim. Annemle babam o kadar yoğundular ki benimle ilgilenemiyorlardı. O yüzden canım çok sıkılmıştı. Gözümü ekrandan ayırmadan dolaşırken bir şeye takılıp dengemi kaybettim. Tam düşerken fark etmeden bir düğmeye bastım. Bir anda bir alarm çalmaya ve ışıklar yanıp sönmeye başladı. Işıklar o kadar başımı döndürdü ki yere yığılıp kaldım. Bu halde ne kadar kaldım bilmiyorum. Gözümü açtığımda annemle babam yoktu. Beni bırakıp nasıl gidebilmişlerdi? Hiç anlayamadım. Başım çok ağrıyordu. Ayağa kalkıp hemen telefonuma koştum. Annemi aramaya çalıştım ama sinyal yoktu. Odadan çıkıp laboratuvarda onları aramaya karar verdim. Kapıyı açıp dışarı adımımı attığımda karşılaştığım yer laboratuvar değildi. Bu bir rüya olmalıydı. Gözlerimi kapattım, tekrar açtım. Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Burası bambaşka bir yerdi. Annemleri bulmalıydım. Odadan çıkıp yürümeye başladım. Her şey çok farklıydı. Tarih kitaplarında gördüğümüz gibiydi. İnsanların kıyafetleri, saçları, kullandıkları arabalar çok farklı ve komikti. Ben nereye gelmiştim? Kendi yaşlarımda bir kız çocuğunu kolundan tutup “Ben neredeyim?” diye sordum. Kız “Yıldız ülkesindesin. ” dedi. İyi de her şey bizim ülkemizden çok farklıydı. Kıza hangi yılda olduğumuzu sordum. Kız “1950 yılındayız.” dedi. Bu nasıl olmuştu annemler zaman makinesini bulmuşlardı ama haberleri yoktu! Demek ki ben o düğmeye basarak zamanda yolculuk yapmıştım. Peki ben eve nasıl dönecektim? Annemi istiyordum. Halimi gören kız beni neyin üzdüğünü sordu. Ne yapacaktım? Ona açıkça zamanda yolculuk yaptığımı mı söyleyecektim? Birinden yardım almam gerekiyordu sanırım o bu kızdı. “Benim adım Dila, senin adın ne?” dedim ona. Kız adının Süreyya oluğunu söyledi. Ona her şeyi anlatmak için “Zamanın var mı? Konuşabilir miyiz?” dedim. Süreyya kabul etti. Bir parkta oturup konuştuk. Ona her şeyi anlattım. Anlattıklarımı ağzı açık dinledi. Ne yapabiliriz diye düşündük ve hiçbir şey yapamayacağımızı fark ettik. Sanırım sonsuza kadar burada kalmıştım. Süreyya’nın yanında ne kadar ağladığımı bilmiyorum. Omzuma değen bir elle irkildim.
Dönüp baktığımda annemle göz göze geldik. Bu sefer sevinçten ağlamaya başlamıştım. Beni bulmuşlardı. Zaman makinesinin çalıştığını fark etmiş ve yeniden kullanarak beni almaya gelmişlerdi…
