Bugün yine güne çok erken uyandım. Güneş doğmadan önce gözlerimi açtım çünkü midem bütün gece hiç susmadan guruldadı. Annemle göz göze geldiğimizde ikimiz de aynı şeyi düşündük: Bugün yemek bulabilecek miyiz?
Kendi kendime, “Keşke bugün daha kolay geçse,” dedim. Ama burada hiçbir gün kolay olmuyor. Evimizin duvarları çamurdan, çatımız ise eski tenekelerden. Rüzgâr estiğinde sanki evimizle beraber uçacakmışız gibi hissediyorum.
Kardeşlerim hâlâ uyuyordu. Onlara bakınca içimde bir acı yükseldi. Çünkü bazen kendim aç kalmayı kabul ediyorum ama onların aç kalmasına dayanmak çok zor. Annem su getirmem için beni dışarı gönderdi. Suya ulaşmak için yaklaşık bir saat yürümem gerekiyor. Çoğu zaman su temiz olmuyor ama başka seçeneğimiz de yok.
Yolda yürürken etrafta oyun oynayan çocuklar görmüyorum. Çoğu benim gibi su taşıyor ya da odun topluyor. Bizim oyunlarımız pek yok; günlük yaşamımız zaten yeterince yorucu. Bir ara yanıma incecik bir kız çocuğu geldi. Yürürken bana, “Bugün yemek bulabilir miyiz?” diye sordu. Omuzlarımı kaldırdım. Keşke bir cevap verebilseydim.
Su testisini doldurup eve döndüğümde annem yine hiçbir şey bulamamıştı. Öğle vakti sadece küçük bir mısır parçasını bölüştük. O kadar küçüktü ki tadını bile anlayamadım. Ama mideme bir şey girince biraz olsun rahatladım.
Öğleden sonra köyümüze yardım getirecek insanlar geleceği söylendi. Hepimiz küçük meydanda toplandık. Saatlerce bekledik. Sonunda kamyonlar geldi. Birkaç paket yiyecek dağıttılar. Bizim aileye bir torba pirinç düştü. Annemin gözleri doldu, benim de… Sanki dünyanın en değerli hediyesini almış gibiydik.
Akşam olduğunda pirincin kokusu bütün evi sardı. Günler sonra ilk defa karnımızı tam doldurabildik. Yemek yerken içimden bir dilek geçirdim: Keşke her gün böyle olsa. Keşke kardeşlerimin yüzü hep gülebilse.
Bugün yine zor bir gündü ama en azından aç uyumadık. Belki yarın daha güzel olur. Belki bir gün açlıkla mücadele ettiğim bu günleri sadece kötü bir anı olarak hatırlarım. O günü sabırsızlıkla bekliyorum…
