Dinliyorum

Hiç düşündünüz mü birden yere düşüp kendi başınıza kalkamamayı? Ben düşünmemiştim, ıslak betonda ayağımın kayıp kafamı kaldırım taşlarına vurduğum o soğuk ve yağmurlu güne kadar. Sonrasında düşünecek fazlaca zamanım oldu çünkü düşünmek elimden gelen tek şeydi.

Okuldan çıkmış, o dışarıdan öğrencilere fazlasıyla imkan tanıyormuş gibi görünüp aslında bir hapishaneden hiçbir farkı olmayan okullardandı benimkisi, dünyada olup bitenler beni ilgilendirmiyormuş edasıyla kulaklıklarımı kulağıma takmıştım, keyifle müzik dinliyordum. Gökyüzünün renklerini üzerine hapsetmiş gibi duran şemsiyem vardı elimde. Yağmurun ruh tazeleyen kokusu eşliğinde, geniş ama bir o kadar da tenha sokaklarda süzülürcesine yürüyordum. Yağmur damlaları botlarımın üzerine tane tane düşerken içim garip bir coşkuyla doldu. Belki de o coşku yüzündendir ki hızlı, hatta umursamaz adımlar atıyordum. Ayaklarım birbirine dolandı, kalbim hızla çarpmaya başladı ve yer çekiminin ihanetiyle kafamı hızla yere çarptım.

Gözlerimi açtığımda hastanedeydim diyebilmeyi ne çok isterdim. Hastanedeydim fakat gözlerimi açamamıştım. Hareket edemiyordum. Bilincim, zihnimin köşesinde bana  uyanık olduğumu bağırıyordu ama inanmak istemiyordum ve hiçbir şey hissedemediğim için inkar etmek fazlasıyla kolaydı. Yapabildiğim tek şey dinlemekti, hastanede olduğumu da böyle öğrenmiştim. Karanlığın içindeydim diyemem, sadece sonsuz bir boşluk hissi vardı. Ben bilinçten ibarettim.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum, ta ki annem olduğunu sandığım kişi,  ”Doktor Bey, üç aydır komada. Ne görebildiğinden eminiz, ne de duyabildiğinden. Uyanacak mı?” muhtemelen sorunun devamı gelecekti ama sanki yüzyıllardır bastırılmışçasına ortaya çıkan hıçkırıklarla bölündü. Artık onun annem olduğundan emindim. Annem beni çok severdi, muhtemelen üzüntüden kahroluyor oluşu aklımdan çıkmıyordu. Üç aydır aklımda beliren en keskin ve en gerçekçi düşünce buydu. Yorgun düşmüş beynim, duyduğum sesleri yeni yeni anlamlandırmaya başlamıştı zaten. O günden sonra her akşam annem ve babamın başımda beklediğini öğrendim. Babam, sıkıldığımı düşündüğü için en sevdiğim yazarların onlarca kitabını almıştı ve her akşam saatlerce – saatlerce olduğunu tahmin ediyorum –  bana kitap okuyordu. Bu kitap okuma vakitlerini iple çeker olmuştum. Anlamsız hayatımda kayda değer tek şey buydu ve yaklaşık yarım yıl daha öyle olacaktı.

Hayat rahatsız edici derecede sıkıcıydı. Bomboş kafamda sadece bir dilek vardı: uyanmak.  Uyanıp anne ve babama sarılacaktım. Beni yalnız bırakmadıkları için teşekkür edecektim. Göremiyordum, hissedemiyordum ve kendi gerçekliğimden bile emin değildim artık. Kafamda hikayeler yazıyor, engeller kuruyor, kurduğum engelleri yıkıyordum. Kimsenin benim için endişelenmemesini istiyordum ancak ”Beni dinleyin, iyiyim ben!” diye haykırsam kim duyardı ki sesimi? Ağlayamıyordum ve hiçbir şeyin tam olarak farkında olamıyordum. Sanki gözlüğünü kaybetmiş, gözleri bozuk biriydim, kafamın içinde her şey bulanıktı.

Komamın sekizinci ayındaydım, her zamanki gibi akşamı bekleyerek vakit geçirmeye çalışıyordum ve sonunda akşam oldu. Babamın sesini duydum ve bu beni çok mutlu etti. Sonrasında duyduğum kelimeler ise kanımı donduracak cinstenti: ”Annen… Annen daha fazla dayanamadı.” İşte annemin kalp krizi geçirip yanımdan ayrıldığını böyle öğrendim.

Artık babam her akşam ziyarete gelmiyordu. Gelmediği her akşam onun da annem gibi beni bırakıp bırakmadığından endişe ediyordum. Annemi çok özlemiştim ve tabii ki eski babamı da. Yapabileceğim bir şey yoktu. Sonra doktorumun odaya neşeyle girişini duydum: ”Merak etme, seni komadan çıkaracak bir yol bulduk!”

Doktordan duyduğum kadarıyla babamdan ameliyat iznini sorgusuz sualsiz almışlardı. Sanırım artık babam benden umudu kesmişti. Kim bilir, belki annemin ölümüne sebep olduğum için benden nefret bile ediyordu. Annem… Annemi çok seviyordum. Onun hala hayatta olması için ölüme rahatlıkla kollarımı açabilirdim. Hem belki de böylece babamı da geri kazanırdım.

Ameliyat günü gelmişti. Bu kadar riskli bir ameliyata hiç düşünmeden girebilecek kadar çaresiz ve acınasıydım. Zaten bölük pörçük olan bilincimden narkozla kurtuldular.

Uyandığımda bir odada yatıyordum, artık kendi odamda değildim ama kimsenin bana bunu söylemesine gerek duymamıştım. Gözümü açıp kapayabildiğimi anlamak biraz uzun sürdü. Bir yıldır bilincime erişmesine izin veremediğim ışık artık göz bebeklerime dolmakta özgürdü.İşte dilediğim an buydu.  O sırada odaya bir doktor girdi, ”Ameliyatın başarılı geçti, doğrulman biraz zaman alacak ama yakın zamanda ellerini kullanacak, hatta yürüyebileceksin.” Ağlıyordum, tüm enerjimle ağlayabiliyordum! Doktora döndüm ve konuştum: ”Babam…” Sesim çıkıyordu! Gerçi çıkan sesin benim sesim yahut bir yabancının sesi olduğundan pek emin değildim, kendi sesimi bir yıldır duymamıştım çünkü.Yutkundum, nefes aldım – bu küçük hareketleri hissetmenin bile ne kadar muazzam olduğunu fark ettim- ve cümlemi tamamladım:”Babam burada mı?”

Babam odaya girdiğinde hatırladığımdan çok daha yaşlı ve zayıf olduğunu gördüm. Sarı, sağlıksız yüzünde hüzün ile aynı anda mutluluk da vardı ama o yaşlı gözlerde bir damla nefret görmedim. Yatağıma yaklaştı, elini uzattı, sonra dokunsa kırılabilecekmişim gibi hızla geri çekti. Gözleri dolmuştu. Ağzından bir fısıltı gibi döküldü sözcükler ve ben duyabiliyordum: ”Özür dilerim. Seni yalnız bıraktığım için çok özür dilerim. yanına her geldiğimde anneni hatırlıyordum ve…” ”Sus,” dedim ” açıklama yapmana gerek yok, seni anlıyorum baba. Seni seviyorum.” Sonunda tam bir yıldır beklediğim sözcükleri söylemiştim işte. Babam ” Ben de seni seviyorum.” derken sözlerinde ciddi olduğunu tüm kalbimle biliyordum. Babam kollarını bana sardı, hasta gözlerinden yaşlar sel gibi akıyordu. Bir dilek tutmuştum, gerçek olmuştu. Hayatım bir anda değişmişti. Tekrar. Kalbimin bir kenarında annemin hüznü, bir kenarında yeniden hayata dönmemin ve babama kavuşmamın sevinci vardı.

 

 

 

(Visited 63 times, 1 visits today)