İnsanlığın Geleceği ve CRISPR-Cas9

Ezelden beri insanoğlunun en büyük mücadelesi hayatta kalmak ve varlığını sürdürmek olmuştur.

Tıpta gerçekleştirilen devrim niteliğindeki birçok buluşun amacı da zaten insanı daha sağlıklı kılmak, ömrünü uzatmak ve kaliteli yaşam sürmesini sağlamaktır. Geçmişte de ortaya çıkan yeni hastalıklara eski tedavi yöntemleri yetersiz kaldığında yeni yöntemler geliştirildiğini ve her türlü kaynağın kullandığını gördük.

Buna en yakın örnek; bir yıldan fazla bir süredir dünyayı ve ülkemizi kasıp kavuran COVID-19 virüsü ile mücadelede seferber olan farklı ülkelerden uzmanların, henüz bir yıl geçmişken bu hastalıkla mücadelede çığır açan aşıları bulma başarısını elde etmiş olmalarıdır. Pandeminin vahametinden dolayı belki daha önceden sonuçlanması beklenen faz çalışmaları tamamlanmadan kullanıma sokulan aşıların yan etkileri olsa da yarar-zarar hesabı yapıldığında kurtardığı hayatların sayısı ve önemi göz ardı edilemeyecek kadar fark yaratmıştır.

Tıpta çığır açan önemli buluşlardan biri de aslında 2013 yılında keşfedilen ve 2020 yılında Berlin Max Planck Patojen Bilimi Bölümü’nden Emmanuelle Charpentier ile ABD Kaliforniya Üniversitesi’nden Jennifer A. Doudna’ya kimya alanında Nobel ödülünü getiren CRISPR-Cas9 teknolojisidir. Bakteri ve virüsler arasındaki etkileşimlerin araştırılması sırasında bulunan bu teknoloji genom üzerinde değişiklik yapabilme, DNA dizilimini düzenleme, değiştirme imkânı sunuyor. Bu teknik sayesinde, bilim insanları tek bir gene odaklanarak onarabilir, kırpabilir veya tamamen ortadan kaldırabilir. Bilim insanları; gen değiştirme tabanlı CRISPR-Cas9 teknolojisinin kanser, lösemi, down sendromu ve HIV gibi henüz tedavi edilemeyen birçok genetik hastalığın tedavisi için yeni ufuklar açabileceğine inanıyor.

Bu kapsamdaki ilk uygulama Temmuz 2016’da Sichuan Üniversitesi kanser uzmanı Lu You’nun yönettiği ekip tarafından Batı Çin Hastanesi’nin kurulundan etik onayı alınarak yapılabildi. Çinli ekip bir akciğer kanseri tedavisi için tek bir genin aktivitesini durdurarak CRISPR ile elde edilmiş hücreleri aktardı. Bu teknik daha önce uygulanan gen ekleme yöntemlerinden çok daha basit ve hassastı. Bu da işlemin daha akıcı ve rahat yapılmasına olanak sağladı. Yine Mayıs 2017’de Molecular Therapy adlı bilimsel yayında sunulan çalışmada, araştırmacıların, 3 farklı hayvan modelinde CRISPR-Cas9 tekniği ile HIV virüsü DNA’sını hücrelerden çıkarmaya başardığı ve uygulamanın yakın zamanda insanda klinik çalışmalara başlanmasının planlandığı belirtilmiştir. Bilim dünyasında dönüm noktası olarak adlandırılabilecek bir gelişme sayılabilecek kadar önemli bir gelişme olmuştur.

Öte yandan CRISPR-Cas9 tekniğinin üreme hücreleri üzerinde de kullanılarak tasarlanmış bebek/nesiller yaratılması veya gelecek nesillerin izin/onayı alınmadan uygulanacak olması ise bir takım etik hassasiyetleri de beraberinde getiriyor. Bu uygulama Birleşik Krallık gibi birçok ülkede ya yasaklanmış ya da belirli şart ve koşullar konularak önlemler alınmış durumda.

Sonuç olarak, bu haklı hassasiyetle birlikte teknolojide hızlı ilerleme kaydedildiğini göz önünde bulundurursak, CRISPR-Cas9 teknolojisinin genetik hastalıkların tedavisinde kullanılmasının gelecek nesillerin, dolayısıyla toplumların daha sağlıklı ve kaliteli yaşam sürmesinde önemli bir rol oynayacağını söylemek mümkün.

 

 

Kaynakça:

popsci.com.tr

dr.ozdogan.com

aiche.org

natüre.com

 

(Visited 54 times, 1 visits today)