Kadın Doğulmaz, Kadın Olunur

Her ne kadar üzücü olsa da, toplumsal cinsiyet rollerinin bulunduğu bir toplumda yer alıyoruz. “Kadınlar bunu yapamaz, erkekler şöyle olamaz” gibi söylemleri hepimiz fazlasıyla duymuşuzdur. Bunları etrafımızdakilerden duymakla kalmıyor; filmlerde, dizilerde ve çoğu sosyal medya platformunda da görüyoruz. TÜSİAD’ın “Televizyon Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Araştırması”ndan elde ettiği sonuçlar da bunu kanıtlıyor. TÜSİAD’ın yaptığı bu araştırmaya göre, reyting oranları en yüksek olan ulusal dizilerde hayalperest özelliğe sahip karakterlerin yüzde 77’si, uysal ve çekingen karakterlerin yüzde 64’ü kadın; kaba olma özelliğine sahip karakterlerin yüzde 69’u, agresif karakterlerin yüzde 62’si erkek. Ayrıca ağlama/hüzün içeren sahnelerin yüzde 73’ü kadınlar için, şiddet ve tehdit içeren sahnelerin yüzde 79’u erkekler için yazılmış ve “Kadın gibi” olmak kadınlar için bile yüzde 62 oranında aşağılama ifadesi olarak kullanılıyor.

Farkında olmasak da televizyonda gezinirken toplumsal cinsiyet rollerinin kanıksandığı dizilerin çoğuna rastlıyor, hatta bazılarını yakından takip bile ediyoruz. Peki, kadınların topluma arka planda, duygusal, uysal hatta zayıf olarak yansıtılması; veya erkeklerin şiddete eğilimli, daha ön planda, güçlü ve çoğunlukla kaba olarak gösterilmesi, yani insanların toplumsal cinsiyete göre gruplandırılması ne kadar doğru? Simone De Beauvoir’in da dediği gibi, yaşadığımız toplumda “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Yani kadın olmak doğuştan gelen bir özellik olmayıp, toplumun insanlara verdiği bir roldür. Kadın olmak biyolojik cinsiyetle değil, toplumun sizi sınıflandırmasıyla alakalıdır. Birey, kendi istediği şeyi elde edemez; toplumun ona uygun gördüğü şeyi elde edebilir. İşte toplumun bizi sınıflandırması tam da bu yüzden eşitsizliğe yol açıyor; belirli bir kalıba sığmayan insanlar görmezden geliniyor, ayrımcılığa uğruyor ve ayıplanıyor. Toplumda herkesin eşit şanslara sahip olmaması veya ilgi duyduğu konulara göre hareket edememesi, toplumsal cinsiyet rollerinin yol açtığı eşitsizliğin en büyük kanıtı değil midir? Öyleyse neden insanlar 21. yüzyılda bile toplumsal cinsiyet eşitliği kadar temel bir ihtiyacı kendi türlerinden talep etme zorunluluğu duyuyorlar?

Lenan Korkmaz’ın da dediği gibi, toplumsal cinsiyet rollerinin ortadan kalkması (yani toplumsal cinsiyet eşitliği); cinsiyet rollerine uygun davranma yükünü kişilerin üzerinden almak, kalıp yargıların olumsuz sonuçlarından kurtulmak, herkesin biricikliğini özgürce gösterebilmesini sağlamak, diğer cinsiyete özgü kabul edilen özellikleri rahatça içselleştirip, geliştirebilmek için gereklidir. Toplumsal cinsiyet rolleri bir kısıtlamadır ve bulunduğu toplumlarda eşitsizlik söz konusudur.

Kaynakça:

http://www.skdturkiye.org/esit-adimlar/yakin-plan/televizyon-dizilerinde-toplumsal-cinsiyet-esitligi-arastirmasi

https://m.bianet.org/biamag/diger/155048-toplumsal-cinsiyet-rolleri-neden-degismeli

(Visited 63 times, 1 visits today)