Bir sabah uyandığımda, herkesin iç sesini duyabildiğimi fark ettim. İlk başta ne olduğunu anlayamadım. Annem “Hadi kalk, geç kalacaksın.” dedi. Ama aynı anda içinden geçen düşünceyi de duydum: “Bugün toplantı var, kesin geç kalacağım.” O an, ağzı hiç oynamamıştı. Sesi kafamın içindeydi, hem de çok net.
Kahvaltıya indiğimde babam “Günaydın oğlum…” dedi. Ama içinden geçen şuydu: “Umarım sınavları iyidir, bu aralar çok dalgın.” O an anladım. Herkesin iç sesi başka bir dünyaya açılıyordu. Kafam karışmıştı. Ne olduğunu anlayamıyordum. Ama zaman geçtikçe durum daha da garipleşti. Otobüse bindiğimde işin rengi iyice değişti. Herkesin düşünceleri beynime doluşuyordu: “Bugün sözlü olacağız mı?” “Ayakkabım kirli!” Kafam adeta bir gürültü kutusuna dönmüştü. Başım ağrımaya başladı. Sessizlik neredeydi? Neden sadece düşündüklerini duyuyordum? Herkesin içindeki küçük, karanlık düşünceler bile beni etkiliyordu.
En yakın arkadaşım yanımdaydı. Gülümsedi. Ama zihninden şu geçti: “Bazen çok sinir bozucu oluyor.” Sanki herkesin iç yüzü bana açılmıştı. Ve bu, hiç de güzel bir şey değildi. Söylenenlerle düşünülenlerin farklılığı, beni derinden sarstı. Kime güveneceğimi bilemedim. Öğle arasında yalnız kalmak istedim ama kendi iç sesim bile susmuyordu: “Ya sonsuza kadar böyle olursa?”
Kafam iyice karışmıştı. İnsanların söyledikleriyle düşündükleri arasındaki farkı görmek… beni yalnızlaştırdı. Her şeyin bir maskeden ibaret olduğunu fark etmek zordu. O an, sadece bir dilekte bulundum: Sessizlik. Bir anlık bile olsa, sessizlik.
Ve o anda… her şey sustu. Sanki beynimdeki sesler bir anda kesildi. Dünya yeniden sessizliğe büründü. Her şey normalmiş gibi hissettim. Ama bu sessizlik bana huzur vermedi. Bu bir yetenek miydi, yoksa bir lanet mi? Artık kimseyi tam olarak anlayamıyordum. Herkesin içinde sakladığı başka bir dünya vardı. Ve ben… o dünyalara yalnızca bir yabancıydım.
Birbirimizi ne kadar tanıyorduk ki?
Yüzler başka, iç sesler bambaşkaydı.
