Anton Çehov Hakkında – 2

Çarlık Rusyası’nda yaşanan olumlu veya olumsuz olayları okuyucuya sunan ve Rusça gibi güzel ve insanı alıp uzaklara götüren bir dili iki misli sevdiren bu garip adam, benim ertesi gün okulda ne okuyayım diye karıştırdığım evimin kütüphanesinde aşina olduğum bir kapağa sahip ”Yeni Bulunmuş Öyküler” adlı bir kitapta bana çıkacağımız uzun ve belki de sonsuza kadar sürecek olan yolculuğumuzun fragmanını göstermişti. O sayfaları hızlı hızlı çevirirken ilgimi çeken başlıklara gelip bir sihirli değnekle dokunulmuşçasına varlık gösteren kelimelerin birleşip gerçekten ilginç kısa öyküler oluşturmasına hayran kaldığımdan dolayı ertesi gün, okulda kaba ve kendi acınacak sınırlarına esir olmuş kimselerden kendi küçücük fakat ışıltılı olduğu kadar güven dolu hayal dünyamı muhafaza etmesi için Anton Çehov’a izin verdim. O gün gerçekten teneffüsleri iple çektim ve aralarda elimden o kitabı düşürmedim. Akran zorbalığına maruz kaldığım o iğrenç ortaokul yıllarımda Sahra Çölü’nün yağmuru özlediği gibi benim de düşüncelerimde bir kurtarıcıya farkında olmadan derin bir hasret çektiğimi kim biliyordu acaba?

Okul bitince yazın akıl hocası olarak gördüğüm bu yazarın hep kısa öykülerini okudum, hakkında videolar izledim, aynı zamanda hayatı hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isterken derin, sevecen ve bazen de mizah içeren bakışları, bazı resimlerinde açık kahve olarak seçtiğim saçlarıyla birleşince onu gözlerimde fazlasıyla etkileyici yapıyordu. Buna bir İngilizce altyazılı videosunda ses kaydını dinlerken aklımda kalan yavaş ve verilmek istenen duyguyu profesyonelce veren konuşmasını da ekledik mi, tamam.

Anton Çehov’un bu ses kaydı düşüncelerimi uzun süreliğine meşgul etmişti, oysaki bu yazıyı okuyan herhangi biri için pek bir önem arz etmeyecek de olabilir. Buna rağmen ses kaydında bazı yerleri göstermek istiyorum:

Doğduğum kasaba kirli, boş, tembel, kültürsüz ve sıkıcıydı. Gece olduğunda battaniyeme sarılır, soğuk sonbahar sularını hayal ederdim. Ufalanmış bir mezarlık kapısı,cenaze töreni, öğretmenlerim.. Samimiyetsiz simaları düşünürdüm. Yine de tiyatro beni teselli ederdi, o zamanlar da tiyatroya gitmekten daha eğlenceli bir şey olduğu söylenemezdi.

Despotluk ve yalanlar çocukluğumu nahoş bir şekilde etkilediler ve bunları hatırlamak bana hala korku veriyor. Bir çocuk olarak ilerlemenin mümkünatına haklı bir sebeple inanıyordum, şiddet görmemle artık bunun sona ermesiyle oluşan farkın gerçekleştirdiği ilerleme hakikaten büyüktü.

Tüm bu şiddete rağmen bu dünyada annemle babam, haklarında asla yeteri kadar dil dökemeyeceğim insanlardır. Çocuklarına karşı olan sonsuz sevgileri her kelimenin ötesindedir.

Benim hakkımda birçok şey söylerler, birçok aptalca şey ama her şeyden önce ben de bir insanım. Doğayı ve edebiyatı severim, rutin ve despotluktan da nefret ederim. Bazen de çok cesareti kırık hissettiğim olur, kim ve ne için yazıyorum diye. Okuyucularım için mi? Onları hiç görmüyorum ve onlara ruhlara inandığımdan daha az inanıyorum çünkü çoğu eğitimsiz, terbiyesiz ve en iyileri bile vicdansız, aynı zamanda samimiyetsiz olabiliyor. Para için mi yazıyorum? Fazla param yok ve olmasına da alışık değilim, dolayısıyla paraya fazla özlem duymuyorum. Övgü için mi yazıyorum? Hayır, övgüden de hoşlanmam.

Dostlarım burada (Yalta,Kırım-Çehov’un hayatının son yıllarını geçirdiği yer) beni pek ziyaret etmezler bunun nedeni belki de burada kar, atlı kızak, özellikle de hayatın olmamasıdır. Bunlarla beraber Yalta, Avrupa’ya benzeyip bana Nice’i (Fransa) hatırlatıyor, biraz dar olup panayır yerine benzeyerek. Buna rağmen Yalta’da başıboşluk, çeşitli konulardan konuşacak insanların yokluğu ve meydan yerindeki bencil şahısların yüzleri insanı kısa sürede yıpratıp mutsuz edebilir. Bu yüzden burada yaşıyor gibi değilim, sadece uykuya dalıyorum ve düşüncelerimle kontrolsüz bir şekilde bir daha geri dönmemek üzere uzaklaşıyorum, tıpkı bir balonun yapacağı gibi.

 

Bunlar hariç çok beğendiğim bir bölüm de anlatıyor yetenekli yazar:

Senin içinde büyük bir timsah yaşıyor, Lika. Akıllı bir şekilde, yaygın olan bir his doğrultusunda hareket ediyorum, deştiğin kalbim doğrultusunda olmayarak. Benden uzak dur.. Ya da durma. Lika, ne yaparsan yap, güzel kokunun başımı döndürmesine izin ver ve boynuma attığın kementi sıkılaştırmama yardım et.

Şöhretten, mutluluktan ve aydınlık, ilginç bir yaşamdan bahsediyorsun. Benim için tüm bu sözler, asla tatmadığım bir reçel gibi. Gündüz gece yalnız tek bir şeyi takıntı haline getiririm, yazmak zorunda olduğumu. Yazmak zorundayım, zorundayım, zorundayım. Eğer piyano şeklinde bir bulut görürsem, kendime onu bir hikayeye koymam gerektiğini söylerim.

Bir fikrim var, kısa hikayelerim için bir fikrim. Bir genç kız bir göl kenarında yaşıyor, işte bu kız sana benziyor Lika. Gölü seviyor, tıpkı bir martı gibi. Mutlu ve özgür, tıpkı bir martı gibi. Buna karşın bir adam geliyor, onu görüyor ve sonrasında mahvediyor, tıpkı o martının başına gelmiş olduğu gibi.

İşte tüm bunlar bana Çehov’u sevdiren şeyler. Görüşmek üzere.

 

 

(Visited 165 times, 1 visits today)