Varoluştan Doğan Mahkûmiyet

‘’ Alışkanlıkların zincirleri önce duyulamayacak kadar hafif, sonra kırılamayacak kadar güçlü olur.’’ demiş Warren Buffett. Hepimizin de elimizden geldiğince kırmaya çalıştığımız alışkanlıklarımız vardır fakat bu söz gerçekten ne ifade eder? Alışkanlıklar insan için dibinden mutlaka çıkmamız gereken birer uçurum veya kırmamız gereken zincirler midir? Yoksa aksine içinde savrulduğumuz kaos denizinden bizi çekip çıkaran güvenli birer liman mıdır?

İlk olarak ‘’alışkanlık’’ kelimesinin anlamını inceleyerek başlayabiliriz. Uzun bir süre boyunca tekrarlı olarak yapılan iş veya içinde bulunulan durumlardır alışkanlıklar. Bizi yorup yıpratabilmenin yanında hayatımızı düzene sokmamıza yardım da edebilirler. Bir düzenin gerekliliği tartışılabilir bir olgu olmasının yanında alışkanlıkların bunu teşvik etmesi kaçınılmazdır.

İnsan, doğal yapısı gereği bilinmeyenden korkar, bilineni ise ne kadar korkutucu olursa olsun bilinmeyene tercih eder. Alışkanlıkların bize sağladığı şey ise bilgidir. Yakın bir zamanda ne yapacağını bildiğini düşünme yanılgısı içindedir insan. Hâlbuki fark etmediğimiz şey hayatlarımızın ne kadar çabuk değişime uğrayabileceğidir. Bir sabah maraton koşarken başka bir sabah tekerlekli sandalyedeyizdir; alışkanlıklarımızdan, bizi hayatın değişkenliğinden koruyan o sıcak yataktan, koparılmış bir biçimde. Alışkanlıklar bizi iyi yönde de kötü yönde de etkileyebilir, hedefimizden saptırabilir. Buna rağmen insan alışkanlıklara bağlanır. İşte bu yüzden kırılamayacak zincir metaforu kullanılır. Oysaki alışkanlıklar, insan benliğinin bir ürünüdür ve insan benliği kâğıt kalınlığında bir camdan daha kırılgandır. Bu alışkanlıkları da bir o kadar kırılgan yapar. Benliğin bu kırılganlığı çirkin ve soğuk bir gerçektir. İnsan ise korkaktır ve kendini koruma eğilimindedir. Tam da bu sebepten belli başlı işleri tekrar eder, tekrar ettiğini fark eder, bu işlerin tekrarına bir isim koyar ve sıkı sıkıya sarılır fakat sarılıp sarılmamak kendisine kalmıştır, sadece bunu fark edemeyecek kadar acizdir çünkü boyama yapmak resim çizmekten kolaydır. Bir şeyin ana hatları belliyse herkes gerisini getirebilir.

Pek çok ünlü yazar, filozof ve düşünür; alışkanlıklar hakkında hepsi özünde aynı olan birçok yorum yapmıştır. Örneğin Montaigne, ‘’Alışkanlıklar, köleliğin farklı bir biçimidir.’’ demiştir. ‘’Alışkanlık, bir halata benzer. Biz, her gün onu oluşturan ince iplerden birini dokuruz ve sonunda onu bir daha koparamayız. ‘’ ise Horace Mann’in ifade ediş şeklidir benzer bir düşünceyi. Bütün bu ünlü düşünürlerin atladığı çok önemli bir nokta vardır: Alışkanlıklarımız bizi zincirleyebilir ama alışkanlıklar olmadan doğan düzensizlik de aynı şekilde benliğimizi tüketir. Bizi özünde zincirleyen kendi varoluşumuzdur, alışkanlıklarımız değil. Alışkanlıklar bizi monoton bir düzene, düzensizlik ise bireysel açıdan düşündüğümüzde mümkün olsa da sosyolojik açıdan mümkün olamayacağı için mutlak kargaşaya zincirler. Bu kargaşanın beraberinde neler getireceğini yaşayana kadar bilemeyiz ama faydadan çok zararı dokunacağı ortadadır.

Özetlemek gerekirse alışkanlıklarımız değildir bizi dört duvar hücrelerin içinde mahkûm eden. Alışkanlıklar bizim zihnimizin bir ürünü olduğundan her ne kadar kontrol edilemez görünse de edilebilirler. Bizi asıl monoton ve her açıdan yanlış bir gerçekliğe mahkûm eden hayattır, kontrolümüz dâhilinde olmayan varoluş bilincimizdir. Her ne kadar aksi iddia edilse de düzensizlik bizi korkutur, kaçmak zorunda hissederiz ( belki de haklıyızdır). Bu durumda bize düzen getirmesi için tutunduğumuz can yeleğidir alışkanlıklar çünkü hayat, karşımızda acımasızca durur; biz insanlar da kendi varoluşumuzla baş edemeyecek kadar güçsüzüzdür.

(Visited 13 times, 1 visits today)